Ülkelerarası rekabetçiliğin son sınırı uzay Ülkelerarası rekabetçiliğin son sınırı uzay

Ülkelerarası rekabetçiliğin son sınırı uzay

Ülkelerarası rekabetçiliğin son sınırı uzay

06/08/2021 11:20

Ülkelerin son yıllarda uzay alanına yönelik ortaya koyduğu proaktif hamleler, bir zamanların ütopyası olan uzay turizmi konusunu oldukça sevimli hale getirmiş durumda
BU HABERİ
PAYLAŞ

Teknopark İstanbul tarafından 3 ayda bir yayımlanan "Target" dergisinin 11. sayısında, gelişen yeni nesil teknolojilerle ülkelerin uzaya yaklaşımlarını ve bu alanda Türkiye’nin yerini değerlendiren bir yazıya veriliyor.

Target dergisinin 11. sayısına, mobil uygulamamızın dergi bölümünden ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.

Dergide yer alan “Ülkelerarası Rekabetçiliğin Son Sınırı Uzay” başlıklı yazıyı, takipçilerimize sunuyoruz:

ÜLKELERARASI REKABETÇİLİĞİN SON SINIRI UZAY

Son ay görevini gerçekleştiren Apollo 17’nin dünyaya dönmesinin üzerinden yaklaşık 45 yıl geçti. Bu tarihten sonra insanlı uzay uçuşları epeyce zayıfladı. Ancak uzaya yönelik astronot gönderimi ve insani faaliyetler azalsa da uzay teknolojisi hızlı bir gelişim gösterdi. Bugün sadece uzayın süper güçleri olarak adlandırılan ülkeler (ABD, Rusya, Çin, Avrupa ülkeleri) değil, pek çok ulus uzay projeleri üstleniyor, peşi sıra uydularını uzaya gönderiyor. Minyatürleşme, bilgi işlem gücündeki çarpıcı gelişmeler, azalan maliyetler ve yükselen teknolojiler bu hızlı ilerlemenin itici gücü oldular. Bugün geldiğimiz noktada iletişim, uydu faaliyetleri, navigasyon ve trafik, çevresel izleme, gözetleme ve hava tahmini gibi pek çok işimizi uzaydan hallediyoruz. Geleceğin uzayından beklenti ise çok daha büyük; uzayda mimari, uzay seyahatleri, uzay madenciliği, uzayda üretim ve uzayda yaşam gibi. Uzay sahasının vadettiği bu büyüklük ve bu alana kayan ülke sayısındaki artış, dolayısıyla ülkeler arasındaki rekabetçiliği büyük ölçüde artırmış durumda çünkü uzaydaki güç, dünyadaki dengeleri de değiştirecek.

Bank of America’nın yaptığı açıklamaya göre, son iki yılda ortalama yüzde 10,6’lık bir büyüme ile ilerleyen uzay endüstrisi gelecek 10 içinde yüzde 230’luk bir artışla 2030 yılına kadar 1,4 milyar dolara ulaşacak. Geçen yıl düzenlenen 5. Küresel Uydu ve Uzay Fuarı’nda konuşan ABD Uzay Kuvvetleri Baş Bilimadamı Dr. Joel B. Mozer, uzayda faaliyet gösteren ülke sayısının 51 olduğunu ve önümüzdeki 20 yıl içinde 81’e ulaşmasını beklediklerini söyledi. Bu rakamın, kullanımı artan yenilikçi teknolojilerle beraber daha da artacağı belirtiliyor.

Hükümetler, giderek daha önemli hale gelen uzay alanında çeviklik, yetenek ve dayanıklılık oluşturmaya çalıştığından, savunma bakanlıklarının uzay faaliyetleri son yıllarda daha efektif bir hal aldı. Uzaya yönelik artan konsantrasyon, hükümetlerin ve şirketlerin her zamankinden daha agresif bir yapıda ilerlemesini sağlıyor. Günümüzde artık uzaya araç göndermek ya da istasyon kurmak, geleceğin uzayında var olmak için tek başına yeterli değil. Devletlerin gelecekteki önceliklerinin, faaliyetlerinin ve yatırımlarıyla alakalı kararlarının yeni mimarilere ve yaklaşımlara evrilebilmesi için gerekli teknolojilere ve yeteneklere odaklanılmak zorunda. Uzayın 2050 yılına kadar sadece hayal edebileceğimiz bir dizi kâr amaçlı ortam oluşturacağı belirtiliyor ve bu kritik alanı desteklemek dirençli ve ekonomik olarak güçlü bir sanayi ve teknolojik altyapı oluşturmayı da gerekli kılıyor. Bunun yanında siyasi hamleler de bir o kadar kritik değerde.

Uzayın ticari olarak sunduğu avantajın yanında güvenlik anlamında da bir eşik oluşturması, küresel rekabetçiliğin arkasındaki nedenlerden biri. Aslına bakılırsa, son yıllarda uzay alanında ortaya konan çalışmalar incelendiğinde büyük bir kısmının uluslararası iş birliğinden geldiği görülüyor. Örneğin ABD, Rusya ve diğer 13 ülke Uluslararası Uzay İstasyonu’nda gerçekleştirdikleri ortak çalışmalarla uzay teleskoplarının piyasaya sürülmesinden kara merkezli gözlemcilerin geliştirilmesine kadar birçok ürün ortaya koydular. Farklı ülkelerden bilim insanları veri alışverişinde bulundu, ortak makaleler sundu. Yine de jeopolitik durum söz konusu olduğunda gelecekteki iş birlikleri tehlikeye atılabiliyor. Amerika’nın Rusya ile olan gerilimi ve ona güvensizliğinin yanında uzay alanına da iddialı bir giriş yapan Çin’in hızlı yükselişi ve ABD ile her alanda rekabet içinde olması gibi durumlar; ulusal güvenlik, ekonomik güç olma isteği ve ticari kazanım gibi kavramları ön plana çıkararak, bilimsel partnerlikleri kenara itiyor.

Rus roketlerine güvenmeyen ABD, uzay istasyonuna astronot göndermek için kendi çok aşamalı roketini geliştirdi ve NASA birkaç yıl öncesinden farklı olarak artık Çinli bilim insanları ile çalışmıyor. Çin ise uluslararası uzay programından dışlanmasının bir sonucu olarak, Asya, Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri ile ayı ve uzayı keşfetmek için anlaşmalar yapıyor ve kendi uzay istasyonunun kurulumunu tamamlamak üzere.

Ayrıca ABD’nin bir diğer azılı rakibi Rusya ile aya ortak üs kurmak için de imzayı attı. Geçen mayıs ayında Kızıl Gezegen’e keşif aracı Zhurong’u indiren Çin, ABD’den sonra Mars’a gezici indiren ikinci ülke oldu. Temel hedefini Çin’i her anlamda bir uzay gücü haline getirmek şeklinde kurgulayan ülke, bu anlamda ABD’nin varlığına meydan okuyarak, büyük bir rahatsızlık da vermiş oluyor.

Geçen yıl Amerika, yedi ülke ile bir anlaşma müzakere etti. Bireysel ulusların veya belirli özel şirketlerin ayda münhasır bölgeler oluşturmasını hedefleyen Artemis Anlaşmaları’na Avustralya, Kanada, İtalya, Birleşik Krallık, Japonya, Lüksemburg ve Birleşik Arap Emirlikleri kurucular olarak imza attı. Ardından Brezilya ve Ukrayna da anlaşmaya dahil oldu. Bu anlaşma ABD ve müttefiklerine uzayda koloniler inşa etme, uzay turizmi ile uğraşma ve madencilik faaliyetlerinde bulunma hakkı sağlıyor. ABD ve partnerleri, güvenlik ve refah dolu bir geleceği güvence altına almak için aceleci davranırken, pek çok ülke ise tepki gösterdi. Çin, Fransa, Almanya, Hindistan ve Rusya gibi ülkeler şimdiye kadar anlaşmayı imzalamadı. Ülkelerin itirazları arasında mevcut uluslararası çerçevelerin dışında olabilecek ikili anlaşmalara, özel keşif şirketlerinin rolüne ve uzayda Amerika’nın üstünlüğüne ilişkin endişeler yer alıyor. Daha önce uzayı yönetmeye ilişkin girişimler, titizlikle müzakere edilen uluslararası anlaşmalar yoluyla sağlanmıştı. 1967 tarihli Dış Uzay Anlaşması, uzay araştırmalarının ilkelerini ortaya koymuştu ve sistem barışçıl olmalı; sadece tek ülkeye değil, tüm insanlığa fayda sağlamalı diye belirtilmişti. 1979 tarihli Ay Anlaşması ise ülkelerin, uzay kaynaklarını kullanmasını engellemeye çalışmıştı. Fakat şimdi ABD Artemis programını devreye almışken, devletlerin ayı keşfetme ve kaynaklarını kullanma konusunda nasıl davranacağı sorusu gündeme geldi ve ülkelerarası adaletin nasıl sağlanacağı da merak konusu.

Rekabetçilik Ülkeleri Ulusal Projelere İtiyor

Uzayın oluşturduğu bu rekabetçi ve bir o kadar güvensiz ortam, iş birliklerinin ve teknoloji transferlerinin yanı sıra son yıllarda ülkeleri kendi kabiliyetlerini geliştirerek daha bağımsız hareket etmeleri gerektiği yönünde teşvik ediyor. Pek çok ülke kendi uydusunu üretme, kendi uzay istasyonunu kurma hamlelerinde bulunuyor. Uzay çalışmalarında birçok ülke yer alsa da bugün sadece dört ülke (ABD, Rusya, Çin, Hindistan) henüz aya araç gönderebilecek yetkinliğe sahip. Diğer yandan pek çok ülke çeşitli uzay çalışmaları yapabilecek kabiliyetler geliştirdiler ve hepsinde hedef, uzay karasına ayak basmak. Çin bir yandan tek başına yaptığı uzay istasyonunu 2022’de hazır hale getirmeyi planlarken, diğer yandan bir uzay kültürü oluşturmak ve daha fazla Çinliyi bu alana kanalize etmek için çalışmalar yürütüyor. Rusya yeni uzay istasyonu için ilk modül çalışmalarını başlattı ve 2025 yılına kadar istasyonunu uzaya taşımayı planlıyor. NASA ise 2035 yılına kadar Mars’a astronot gönderme hedefinde.

Amerika’nın ise 2021 yılı içinde en dikkate değer açıklaması şubat ayında geldi. ABD Uzay Geliştirme Ajansı, kilit teknolojilerde yerel yeteneklerin desteklenmesine verdiği önemin bir göstergesi olarak, bu yaz 150 küçük uydu üretimi için çağrıda bulundu. Uydular, yedi katmandan oluşacak Ulusal Savunma Uzay Mimarisi’nin ilk parçası olarak yörüngeye yerleştirilecek. Tranche 0 adı verilen projenin 30 uydusu şu an geliştiriliyor ve önümüzdeki yılın başlarında fırlatılması bekleniyor. Uydular mimari boyunca verileri taşıyacak. Buradan elde edilen veriler savunmadan iletişime tüm operasyonların gelecekteki omurgasını oluşturacak. Düşük dünya yörüngesinde çoğalan yüzlerce küçük uydudan oluşan bu mimari, Rusya ve Çin tarafından geliştirilen ve sahaya sürülen uzay yeteneklerine karşı savunmasız bir ABD uzay altyapısı için de bir esneklik sağlayacak.

Ulusal Savunma Uzay Mimarisi’nin başarısı aynı zamanda bu projenin operasyonel değerini optimize etmek için çok önemli olan bir dizi etkinleştirme teknolojisine de bağlı olacak. Bu sebeple de ABD, lazer iletişim ve diğer pek çok teknoloji için de önemli yatırımlar gerçekleştiriyor.

Son yıllarda uzaya yönelik hamleleri ile uluslararası arenada ses getiren Türkiye de sadece tasarımsal olarak değil, altyapı ve alt sistemlerin geliştirilmesi anlamında da yerelleşme adımlarını sıklaştırdı. Türkiye, şubat ayında açıkladığı Milli Uzay Programı ile 10 yıllık stratejisini belirlerken, programın öne çıkan maddesi 2023’te aya astronot gönderilmesi oldu.

Günümüzde ABD’nin uzay çalışmalarında 250 bin kişi görev görüyor. Bu sayı Fransa’da 12 bin, İran’da 6 bin. Türkiye’deki rakam ise 600 ila bin kişi. Türkiye’nin uzay programında oluşturduğu hedeflere hızlıca ulaşması için uzay alanında istihdamını da artırması gerekiyor. Türkiye, uzay alanındaki çalışmalarını daha da ilerletmek için 2018 yılının sonunda Türkiye Uzay Ajansı’nı kurdu. Ajans şu an hızlı bir gelişim içinde. Çin, kendi uzay ajansını kurduktan 25 yıl sonra aya gidebilme başarısı gösterdi. Bundan dolayı da deneyim ve nitelikli insan gücü oluşturmak önemli.

Uzayı Destekleyen Teknolojiler Artıyor

Bugüne dek uzaya çok sayıda uydu, roket ve araştırma aracı gönderildi ancak uzay teknolojilerinin ve yıkıcı teknolojilerin hızlı ilerleyişi ile farklı gezegenlere insanlı yolculuklar daha fazla gerçekçi durmaya başladı. Görüntü işleme teknolojileri, yapay zeka, yakıt teknolojileri, mekanizma ve hız konusundaki gelişmeler çalışmalara ivme kazandırıyor. Uzay çalışmalarında bir süredir kullanılan yapay zeka, diğer gezegenlerdeki yaşam arayışında ve asteroitlerin tespit edilmesinde en büyük yardımcılardan biri olmaya aday. Aynı şekilde toplanan verilerin yorumlanmasında makine öğrenmesi sistemleri öne çıkıyor. Bilim dünyası yapay zeka ile uzay aracının gerçek zamanlı bilimsel kararlar verebilmesine olanak sağlayacak yöntemler üzerindeki çalışmalarına devam ediyorlar. Yapay zeka, 5G, IoT gibi yenilikçi teknolojilerin yanı sıra NASA’nın oyun kurallarını değiştirecek nükleer roket teknolojisi gibi çalışmalar da uzayın keşfnin hızlandırılmasına katkı sunacak. NASA’nın derin uzay araştırmaları için kullanmayı planladığı bu teknoloji, yeni nükleer motorlar, itici gazlar gibi projelere de katkı sağlayacak.

Her geçen gün yenileri açıklanan bu teknolojilerin de varlığı ile ülkeler arasındaki yarışın daha da kızışacağı bir gerçek. Bu sebeple de hükümetler, tüm yıkıcı teknolojileri de yerlileştirip tam bağımsız bir şekilde uzaya varmayı umut ediyor.

Pazarlama Uzaya Şimdiden Adım Attı

Geleceğin uzayına yönelik rekabet yalnızca hükümetler ve teknoloji devleri arasında yaşanmıyor. Kozmetikten otomotive, gıdadan giyime pek çok sektörün oyuncuları uzaya yönelik pazarlama kampanyalarına start vermiş durumda.

Birkaç yıl evvel Morgan Stanley bankasının bir yetkilisi 2040 yılına kadar küresel uzay endüstrisi aracılığıyla 1 trilyon doların üzerinde ekonomi oluşabileceğini söylemişti. Nitekim ileri görüşlü markalar fırsatı ve yeniliği çabuk benimsediler ve uzaya çıkmanın meşru yollarını buldular. Ve 21. Yüzyılın başlangıcından bu yana yer çekimine meydan okuyorlar.

1986 yılında Pepsi, büyük boy bir Pepsi kutusunu Rus Uzay İstasyonu’nun dışına asmak için 5 milyon dolar ödediğinde kimse anlam verememişti; ta ki 2020 yılında Pizza Hut, logosunu Uluslararası Uzay İstasyonu’na giden bir Rus Proton roketine yerleştirene kadar. Marka, bununla da yetinmeyip, bir yıl sonra gıda bilimcilerin rehberliğinde ve Rusya’nın uzay programı iş birliğinde Uluslararası Uzay İstasyonu’na taze, fırına hazır kişisel pizza teslim eden ilk şirket oldu. Pizza Hut, yeni pazarlama faaliyetlerine 500 milyon doların üzerinde bütçe ayırmakla kalmayıp, taze tat, verimli teslimat ve uzun süreli ürün ömrü konularında da araştırmalar gerçekleştiriyor.

Teknoloji ilerledikçe, uydular ve uzay girişimleri otomatik hale geldikçe, girişimler ve hamleler daha da büyüyor. Uzayda tanıtım arayışının öncülerinden olan SpaceX’in CEO’su Elon Musk, uzay pazarlamanın ilk aşamalarından bu yana proaktif ve üretken davranıyor. Musk, 6 Şubat 2018 tarihinde bir Tesla Roadster’i yörüngeye fırlatarak, benzersiz bir olaya tanıklık ettirdi. Musk’ın ek çabaları arasında roket ve mekik fırlatma, yeni SpaceX fırlatma sitesi Boca Chica’da uzay odaklı bir tatil yeri tasarlama ve nihayetinde Mars’a doğru yol alma da yer alıyor.

Kozmetik devi Estee Lauder ise uzaya yönelik gelişmiş gece onarımı sunan cilt serumu için NASA ile ortaklık kurdu. Toshiba, Red Bull ve Under Armour da ürünlerini dünya atmosferinin çok ötesinde tanıtmak ve konumlandırmak isteyen diğer uzay odaklı şirketlerden ve uzaya yönelik bu erken girişimler, şirketlerin iş yapma şeklini, alanlarını ve unsurlarını nasıl algılamaları gerektiğine yönelik bir gelecek vizyonu sunmaya devam ettikçe, bu liste yakın zamanda daha da ilerleyecek gibi duruyor. Diğer yandan yapay zeka, artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik gibi teknolojilerin hızlı ilerleyişi ile uzaya yönelik girişimlerin daha da hızlı artacağı belirtiliyor.

TÜBİTAK Uzay Genel Müdürü Doç. Dr. Mesut Gökten: “Uzayda, Öncü Ülkeleri Yakalayabilecek Potansiyele Sahibiz”

T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız öncülüğünde Türkiye Uzay Ajansı (TUA) tarafından hazırlanan Milli Uzay Programı ile Türkiye’nin 10 yıllık uzay yol haritası açıklandı. Program kapsamında yer alan 10 ana hedef de oldukça iddialı. TÜBİTAK UZAY’ın bu alanda 2000’li yılların başından bu yana ortaya koyduğu başarıları dikkate aldığımızda ülkemizin bu hedeflere er ya da geç ulaşabileceği ve bunun ihtiyaç duyduğu nitelikli insan kaynağı, mali kaynaklar ve kararlığa sahip olduğunu değerlendiriyorum. Hedeflere ulaşılmasında ihtiyaç duyulacak ilave kaynakların da yerinde ve zamanında temin edilmesi mümkün gözüküyor. Her ne kadar ülkemiz bu alana öncü ülkelere nazaran biraz daha geç girmiş olsa da az zamanda çok işler başarıldığını ve bunun gelecek için umut verici olduğunu da belirtmek lazım. Başta TÜBİTAK UZAY olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşlarımız diğer ülkelerle aramızdaki açığı kapatmak için bir süredir oldukça başarılı çalışmalar yürütüyor. Programın açıklanmasının yol açtığı heyecan, azim ve kararlılığın devam etmesi durumunda ülkemizin öncü ülkeleri kısa sürede yakalayabileceğini düşünüyorum.

“Turkiye Pek Çok Uluslararası İş Birliğine Sahip”
Geçmiş yıllarda “teknoloji transferi” tabiri, ülkemizde bulunmayan bir teknolojinin yurt dışından alınması anlamında kullanılıyordu genellikle. TÜBİTAK UZAY olarak uluslararası iş birliklerinin oldukça önemli olduğunu düşünmekle birlikte teknoloji transferinin ima ettiği asimetrik ilişkinin çok da sağlıklı olmadığı kanaatindeyim. Diğer yandan, uzay alanında kazandığımız teknolojilerin özel sektöre aktarılarak farklı alanlarda da kullanılabilmesi anlamında TÜBİTAK Başkanlığımızın Teknoloji Transfer Ofisi ile yakın çalışması içerisinde bu kabil teknolojileri değerlendirmekteyiz. Diğer yandan ülkemiz uluslararası iş birlikleri konusunda oldukça iyi durumdadır. Asya-Pasifk Uzay İşbirliği Örgütü (APSCO), GEO, ISNET, EURISY, IAF, Asya Pasifk Bölgesi Uzay Ajansı Forumu (APRSAF) vb. onlarca farklı uluslararası organizasyonda temsil ediliyoruz ve üye ülkelerin uzay ajansları ve önde gelen firmaları ile ilişkiler ve yanı sıra dünyanın dört bir yanındaki uydu, ekipman, bileşen üreticisi firma ile ikili ilişkiler kurabiliyoruz. Bu ikili ve çoklu ilişkilerin ortak projeler ve iş birliklerine yönelik çok büyük bir potansiyele sahip olduğunu da belirtmek isterim.

“Temel Odağımız Yapay Zeka”
5G, IoT, yapay zeka gibi teknolojiler artık her alanın iticileri konumunda ve bu teknolojilerin her alanı şekillendireceği belirtiliyor. Bu dönüşümden uydu ve uzay teknolojileri de payına düşeni alacaktır. Ancak diğer sektörlerden farklı olarak uydu sektörü, bahsi geçen yenilikçi teknolojilerden hem faydalanacak hem de küresel erişimi ve sınırlardan azade olmasıyla yenilikçi teknolojilerin arkasındaki “mümkün kılan teknoloji” olacaktır. Bu nedenle TÜBİTAK UZAY olarak bilhassa yapay zeka teknolojilerinin gerek uydularda gerek yer istasyonlarında kullanımına yönelik araştırma faaliyetlerine ağırlık vermiş durumdayız.

CTech Bilişim Teknolojileri Programlar Direktörü Dr. Hüseyin Erkut: "Türksat 6a Türkiye’yi Uzayda Ana Oyuncu Yapacak"

Bilgi ve iletişim teknolojilerinde Türkiye’nin önde gelen aktörlerinden olan CTech aynı zamanda Türkiye’nin ilk yerli haberleşme uydusu TÜRKSAT 6A’nın paydaşlarından biri. TÜRKSAT 6A’nın diğer Türk uydularından farkını “Türkiye, benzer özelliklerde haberleşme uydusu üretebilen 10 ülke arasına girecektir” şeklinde açıklayan CTech Bilişim Teknolojileri Programlar Direktörü Dr. Hüseyin Erkut, bu proje ile Türkiye’nin dünya uzay sektöründeki ana oyuncularla aynı ligde yer alacağını vurguluyor. Böylesi uyduların üretilmesi için 30 yıla varan bir süre, birikim, yüksek finansman ve tasarım becerisi gerektiğini ifade eden Dr. Erkut, bu tür bir kazanımın rekabetçilik anlamında da büyük önem taşıdığını belirtiyor ve “Geliştirme zorluğu açısından bakıldığında, bir haberleşme uydusu geliştirebilmiş olmanın, insanlı uzay araçları hariç, bütün yörüngelerde görev yapabilecek diğer uyduların da Türkiye’de tasarlanıp üretilebileceği anlamına geldiğini söyleyebiliriz” diye ekliyor.

Uzaya yönelik talebin artması ile yenilikçi teknolojilerin hızla geliştiğini ifade eden Dr. Erkut, “2000’lerin başından itibaren özel sektörün uzay alanında daha etkin rol alması, uzaya erişim ve uzay projelerinin devletlerin tekelinde olmaktan çıkması ile rekabetin artması, yenilikçi teknolojilerin ortaya çıkması ile sonuçlandı. Bu yenilikçi teknolojilerin ortaya çıkmasının doğrudan etkisi, uzay sistemlerinden faydalanan şirketlerin de meydana gelmesi ya da uzay sistemlerinden hizmet alan projelerin sayısının artması olarak gösterilebilir. Dolaylı etkisi ise, uzayın yeni kullanım alanlarının ortaya çıkması oldu. Örneğin bugün bir kişi istediği bir bölgenin uzaydan çekilmiş görüntüsüne rahatlıkla ulaşabiliyor. Uzayda yalnızca devletlerin var olduğu bir dünyada bu mümkün değildi. Benzer şekilde, günümüzde artık insanların kurmak istediği sistemler için uzayda network sağlayan firmalar ortaya çıkmaya başladı. 5G’nin de entegrasyonu ile birlikte çok daha etkileşimli ve global bir dünya önümüzdeki senelerde bizi bekliyor" diyor.

Türkiye’nin uzayda var olmasının stratejik bir önem taşıdığını belirten Erkut, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bölgemizde yaşanan gelişmeler ile uzay teknolojileri ve kullanımındaki gelişmeler, ülkemizin de uzayda sağlam bir şekilde bulunmasını kaçınılmaz kılıyor. Bu bakış açısıyla açıklanmış olan Milli Uzay Programımızı ve bu programda yer alan hedefleri çok önemli buluyoruz. Bu programda ilan edilen projelerin bir kısmı yeni olmasına karşın, örneğin bölgesel konumlama uydu sistemi gibi projeler ise uzun yıllardır fikri altyapısı oluşmuş konulardır.

Biz de Türkiye’nin bundan sonra geliştirdiği bütün uzay araçları ve uydularda haberleşme alt sistemlerinin sorumluluğunu üstlenmeyi hedefliyoruz. Ayrıca TÜRKSAT 6A ile edindiğimiz uzay kalifye elektronik üretim ve test yetkinliği sayesinde farklı birimlerin elektronik üretim, montaj ve testlerinin gerçekleştirilmesi konusunda da rol alabileceğimizi değerlendiriyoruz.

Delta V Genel Müdürü Arif Karabeyoğlu:“Uzay Sektörü Ticari Faaliyetler İle Yeni Baştan Kurulmaktadır”

Türkiye uzay yarışında, yıllardır söz sahibi olan ülkeleri yakalamaya çalışan rekabetçi yeni ülkeler sınıfındadır. Amerika, Rusya, Japonya ve Fransa gibi yıllardır uzay alanında söz sahibi olan ülkelere yetişilmeye çalışılmaktadır. Ancak Türkiye için çok büyük bir geç kalmışlıktan bahsetmek zor çünkü uzay sektörü daha önceki 40 yılda olduğu şekilde gitmek yerine hızla ticarileşmekte ve dinamikleri değişmektedir. Yenilikçi frmalar ve teknolojiler sayesinde aslında uzay sektörü ticari faaliyetler ile yeni baştan kurulmaktadır. Türkiye, genç, dinamik insan gücü ve girişimci sanayisi ile bu pazara girmek için geç kalmış değil. Yürütülen agresif yaklaşım ile yeni kurulan pazarda Türkiye’nin de kendine bir yer bulabileceğine inanıyoruz. Burada önemli olan dünyada hâlihazırda geliştirilmiş ve olgunluğa ulaşmış teknolojiler yerine, maliyet etkinliği ile dünyada rekabet edebilecek özgün yenilikçi teknolojilere konsantre olmaktır.

Ne yazık ki uzay alanında henüz ülkemizde yeterli sayıda insan kaynağı ve tedarikçi bulunmamaktadır ama ben bu eksiğin doğru uzay politikaları ile hızlıca kapanacağına inanıyorum. Genel olarak toplumumuzda ve özellikle gençlerimizde uzay bilim ve teknolojisine çok büyük bir ilgi var. Bu ilginin sürdürülmesi ve yetişmiş insan gücünün oluşturulması ancak heyecan verici uzay projelerinin hayata geçirilmesi ile mümkün olacaktır. Ek olarak yeni şekillenen uzay çağında sadece Türkiye için değil, başarılı olmak isteyen tüm ülkeler için en önemli konu maliyet etkin yeni uzay teknolojilerinin geliştirilmesi ve bu teknolojilere uzay tarihçesi kazandırılmasıdır. Yıllardır devletlerin ihtiyaçları ve fnansmanı ile devam eden uzay operasyonlarının özel firmaların yürüttüğü ticari misyonlar ile yer değiştirmesini sağlayan en önemli itici güç ekonomidir. Bu sebeple Türkiye hem düşük maliyetli çalışma kültürüne hem de maliyet etkin teknolojilere yönelerek pazarda yer edinmeye çalışmalıdır. Aynı zamanda uzayın uluslararası bir alan olduğu unutulmamalı, her yeteneği kazanmaya çalışmak yerine eldeki imkan ve teknolojilerin fırsat sunduğu alanlara yoğunlaşarak bir an önce diğer ülkeleri geride bırakmak ve eksik kalan ihtiyaçları uluslararası iş birlikleri ile tamamlayarak başarı kazanmak hedeflenmelidir.

Sürekli gündeme gelen yeni teknolojiler, dünyanın yeni bir uzay çağına girmekte olduğuna işaret etmektedir. Nasıl ki havacılık sektörü ülkeler ve kıtalar arası ulaşım süresini saatlere indirerek tüm dünyada çalışma ve işleyiş şeklini değiştirip yeni birçok sektöre fırsat verdiyse, uzay sektörü de bunu gerçekleştirmek yolunda hızla ilerlemektedir. Son yıllarda uzaya maliyet etkin şekilde ulaşılabiliyor olunması, uzay odaklı faaliyetlerin değişmesini ve pek çok yeni sektör ile iş imkanının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Uzaya ulaşım bedelinin önemli ölçüde düşeceği yakın gelecekte, sadece yakın uzaya değil, ay ve Mars gibi diğer gök cisimlerine yapılacak misyonları da içerecek yeni nesil faaliyeteler ve sektörler oluşacaktır.