Yeni dünya ölçeğinde geleceğin savunma ve güvenlik modelleri Yeni dünya ölçeğinde geleceğin savunma ve güvenlik modelleri

Yeni dünya ölçeğinde geleceğin savunma ve güvenlik modelleri

Yeni dünya ölçeğinde geleceğin savunma ve güvenlik modelleri

25/10/2021 13:11

Target dergisinin son sayısında geleceğin dünyasında Türk savunma sanayiinin gelişimi ne yönde ve nasıl devam edecek sorusuna cevap aranıyor
BU HABERİ
PAYLAŞ

Teknopark İstanbul tarafından 3 ayda bir yayımlanan "Target" dergisinin 11. sayısında, gelişen yeni nesil teknolojilerle ülkelerin uzaya yaklaşımlarını ve bu alanda Türkiye’nin yerini değerlendiren bir yazıya veriliyor.

Target dergisinin 11. sayısına, mobil uygulamamızın dergi bölümünden ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.

Dergide yer alan “Yeni Dünya Ölçeğinde Geleceğin Savunma ve Güvenlik Modelleri” başlıklı yazıyı, takipçilerimize sunuyoruz:

YENİ DÜNYA ÖLÇEĞİNDE GELECEĞİN SAVUNMA VE GÜVENLİK MODELLERİ

Türkiye savunma sanayiinde dışa bağımlılığını azaltma konusunda kararlı. 2002 yılında Türkiye’de sadece 62 savunma sanayii projesi yürütülüyorken günümüzde bu sayı 750’yi geride bıraktı. Bu projelerin bütçeleri de 5,5 milyar dolar düzeyinden 75 milyar dolar bandına çıktı. Sektörde faaliyet gösteren firma sayısı 56’dan bin 500’e ulaştı. Üstelik açıklanan rakamlara bakıldığında firmaların yıllık cirolarının 1 milyar dolardan 11 milyar dolara kadar yükseldiği görülüyor. Savunma sanayii artık dünyada ilk 100 listesine giren ana
yüklenicileri, gelişmiş kabiliyetlere sahip alt yüklenicileri, KOBİ’leri, araştırma kuruluşları, üniversiteleri ve teknoparkları sayesinde geniş bir yelpazede kendi özgün ürünlerini üretebilir bir zemine ulaştı.

TÜRKİYE İHA’LARDA İDDİALI

Türkiye’nin savunma sanayii alanını stratejik sektör olarak belirlemesi ve odağına almasıyla dünya ile rekabet edebilir hacme ulaşan sektör, dışa bağımlılığını da önemli ölçüde azalttı. Veriler son 20 sene içerisinde ithalatın payının yüzde 80’den 20’ye kadar düştüğünü gösteriyor. Üretim, teknoloji gibi konularda önemli bir yol kat eden firmaların bu başarısındaki en önemli etkenlerden birisi ise Ar-Ge’ye verdikleri önem.

Savunma ve havacılık alanında Ar-Ge’ye ayrılan pay, günümüzde 1,5 milyar doların üzerine çıkmış durumda. T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin bu alandaki üstünlüğünde insansız hava araçlarının (İHA) büyük bir payı olduğunun altını çiziyor. Özellikle başarısını sahada bilfil ispat eden silahlı insansız hava araçlarının tasarımı, üretimi ve satışında dünyanın ilk üç, dört ülkesi arasında Türkiye’nin olduğuna dikkat çeken Erdoğan, geçen günlerde yaptığı bir açıklamada; “Türkiye, küresel tedarikçilerin çıkardığı zorlukları ve maruz kaldığı gizli açık ambargoları aşmak için savunma sanayiine her zamankinden daha fazla önem veriyor. Savunma sanayiinde bugünün ihtiyaçlarını karşılamanın ötesinde geleceğin teknolojilerine, geleceğin araçlarına, geleceğin ürünlerine yatırım yapılıyor. Bilhassa yapay zekâ temelli çalışan kara, hava ve deniz araçları konusunda iddialı projeler üretiliyor. Sürü İHA’lar, insansız deniz araçları, insansız savaş uçakları, elektromanyetik toplar, lazer silahları, uydu sistemleri gibi geleceğin ihtiyaçlarına cevap verecek her alanda Türk savunma sanayii dünya ile rekabet halinde.” dedi.

GÜVENLİK POLİTİKALARI ÜRETİMİ ETKİLER

Savunma sektörü yükselişini emin adımlarla sürdürse de pandemi süreciher alanı etkilediği gibi bu sektörde de olumsuz etkilerini gösterdi. Her ne kadar siparişler noktasında çok büyük yansımalar yaşanmamış olsa da sektör kısa süreli bir durağanlık sürecine girdi. Sektör oyuncuları bu süreci stratejik bir hamleyle artıya çevirdi.

Pandemide ülkelerin kapılarını kapaması ve gıda stoku ile ilgili güttüğü politikalar; sektördeki frmaları yeni ürün geliştirmeye itti. Geleceğin savunma ve güvenlik modellerini yeni dünyaya göre şekillendiren üreticiler, insansız araçlara yoğunlaştı. İHA’lara olan talebin artması, drone’ların sürü hâlinde sistemleştirilmesi ve akıllı robot askerler gibi pek çok projenin devreye alınması; pandemi ile başlayan yeni dünya düzenine yeni bir soluk getirdi.

Salgın üretime teknoloji noktasında yansırken; ülkeleri siyasi bakımdan da etkiledi. Global çapta pandeminin etkileri konusunda hâlâ çok farklı görüşler olsa da birçok uzman küreselleşmenin etkisinin azalacağı, ulus devletleri ve milliyetçiliği güçlendireceğini değerlendiriyor. Bunun dolaylı etkisinin savunma ve güvenlik politikalarını güçlendireceği, kısa vadede düşmesi muhtemel savunma bütçelerinin, siyasi değişimler ile birlikte orta ve uzun vadede eskisine oranla daha da büyüyeceği ihtimalini de göz önünde bulundurmak gerekiyor.

2030 İHRACAT PROJEKSİYONUNDA YÜZDE 400 BÜYÜME ÖNGÖRÜLÜYOR

Türkiye stratejik anlamda önemli bir konumda bulunuyor. Savunma sanayii alanında gerek coğrafi konumu gerekse yüksek teknolojiye sahip üretim kabiliyeti ile pandemi sonrasında da yıldızının parlamaya devam edeceği şimdiden belli. Eylül ayında revize edilen 2022-2024 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program da (OVP) bunu destekler nitelikte. T.C. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB) ile Hazine ve Maliye Bakanlığınca hazırlanan program T.C. Millî Savunma Bakanlığı’nın (MSB) gelecek yıl (2022) içerisindeki bütçesi için ayrılan ödenek teklifnin 80 milyar 439 milyon lira (9,69 milyar dolar) olduğunu gösteriyor. Daha önce yayımlanan ve 2021-2023 yıllarını kapsayan OVP’de 2022 yılı için MSB’ye ayrılan bütçe 65 milyar 893 milyon lira olarak belirlenmişti. Burada ciddi bir artışın yaşandığı gözlemlenebiliyor.

Bir diğer yandan Türkiye savunma sanayii ihracatında da oldukça önemli bir konumda bulunuyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) verilerine göre Türkiye savunma sanayii alanında 2021 yılının Ağustos ayında 284,7 milyon dolar değerinde ihracat gerçekleştirdi. Geçen senenin aynı ayına göre yüzde 60,5 büyüme yaşayan sektörün Ocak-Ağustos ihracat hacmi ise 1,85 milyar dolar düzeyine yükseldi. 2020 yılı Ocak-Ağustos döneminde ise bu rakam 1,23 milyar dolar bandında idi. Bu da sekiz aylık periyotta yüzde 49,8 büyümeyi işaret ediyor.

Türkiye, son 10 yılda ithalatçı ülke konumundan çıkarak ihracatçı ülkeler seviyesine yükseldi. 2020 yılında dünyanın 14’üncü savunma silahları üreticisi pozisyonuna çıktı. Yedi Türk şirketi, savunma sanayiinde Top 100-Defence News'e girmeyi başardı. TİM’in açıkladığı 2030 yılı provizyonuna göre savunma sanayii 2030 yılına kadar performansını en çok artıracak sektörlerin başında geliyor. Sektörün bu süre zarfında yüzde 400 büyümesi öngörülüyor.

İhracatla ilgili olarak Türkiye, savunma sanayiinde geliştirdiği her türlü imkân ve kabiliyeti dostlarıyla paylaşmaktan memnuniyet duyan bir ülke görünümünde bulunuyor. Dünyanın en büyük savunma paktı NATO'nun önde gelen üyelerinden olan Türkiye, milli savunma sanayii alanında geliştirdiği ürün ve teknolojilerle bölge ve dünya barışına da katkı sunuyor.

BÖLGESEL GÜVENLİK BAĞLAMINDA TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ

Türkiye, dünya barışı için ürettiği teknolojiyi ve ürünleri diğer ülkelerle paylaşırken aynı zamanda uyguladığı dış politikayla da adından sıkça söz ettirmeye başladı. Ülkeler arası rekabet ve sanayii pazarında yaşanan iniş ve çıkışlar; Türkiye’yi önemli bir konumda tutuyor. Türkiye’nin dış ilişkileri ile ilgili olarak 2021’de Karadeniz’de yaşanan olaylar kapsamında ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Prof. Dr. Oktay F. Tanrısever ile bir araya geldik. “Türkiye’nin Rusya ile ikili ilişkileri turizm, ticaret, enerji ve savunma gibi birçok önemli alandaki iş birlikleri ile gelişmeye devam etse de aynı zamanda çok hassas bölgesel rekabetler nedeniyle da sık sık test edilmektedir.” diyen Tanrısever bu nedenle Ankara-Mosova ile ilişkilerde iş birliği ve rekabet boyutlarının dengeli bir şekilde yönetildiğini ifade etti: “Ancak bu dengenin korunmasında, içinde bulunduğumuz yılda daha önceki birkaç yıla göre biraz daha zorlaştığı da açıkça gözlemlenmektedir.”

Bölgesel dinamiklerin Türkiye-Rusya ilişkilerini ne ölçüde etkilediğini değerlendiren Prof. Dr. Oktay F. Tanrısever; “Hem Türkiye hem de Rusya için çok hassas bir bölge olan Karadeniz Bölgesi'ndeki stratejik denge açısından bakıldığında, Ankara bir taraftan Karadeniz’in istikrar ve iş birliği alanı olarak gelişmesini desteklerken; diğer taraftan da Moskova’nın eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeler üzerinde tekrar egemenlik kurma çabalarını da bölgesel dengeleri bozabilecek ciddi bir tehdit olarak algılamaktadır. Bu nedenle Türkiye Rusya’nın Ukrayna’daki Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni 2014 yılında ilhak etmesini tanımadığı gibi Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine Rusya’nın saygı göstermesini beklemektedir. Aynı şekilde Türkiye-Ukrayna ile turizm, ticaret ve savunma sanayii gibi önemli konularda stratejik düzeydeki iş birliğini daha da güçlendirici somut adımlar atmaya da devam etmektedir. Moskova ise Türkiye ile Ukrayna arasındaki ilişkilerin özellikle savunma sanayii alanındaki iş birlikleri yoluyla daha da güçlenmesinden duyduğu rahatsızlığı çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Rusya’nın son dönemde Türkiye’nin Ukrayna’ya Bayraktar TB2 SİHA satışına karşı yaptığı açıklamaları; Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde yaşadığı sorunların uluslararası kamuoyu tarafından da daha açık bir şekilde görülmesine yol açmıştır. Her ne kadar Ankara, Moskova’nın tepkisini azaltmak için Ukrayna ile gerçekleştirilen savunma sanayii alanındaki iş birliğinin Rusya dahil diğer ülkelere karşı olmadığını belirtse de; Kiev ile jet motoru ve uzay çalışmaları başta olmak üzere birçok önemli savunma projesindeki iş birliğini artırarak sürdüreceğini de açıkça ortaya koymuştur.”

TÜRKİYE, GÜÇLÜ TUTUM SERGİLİYOR

Türkiye Karadeniz Bölgesi'ndeki etkinliği bir yana Orta Doğu özelinde de ürün ve teknoloji ihracatını gerçekleştiriyor. Bu bakış açısıyla Türkiye’nin etkinliğini değerlendiren Tanrısever; “Rusya, Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi'ndeki artan etkinliği kadar Kafkasya ve Orta Doğu’daki etkinliğinden de rahatsızlığını ortaya koyan adımlar atmaktadır. Kafkasya’da Moskova, Ankara’nın Bakü ile Karabağ savaşı sırasında ve sonrasında daha üst bir düzeye çıkan askeri iş birliğini de endişeyle takip etmektedir. Orta Doğu’da da Rusya’nın gerek Suriye’de gerekse Libya’da Türk askeri varlığına dair bazı saldırılara dolaylı olarak destek verdiğine ilişkin değerlendirmeler söz konusudur. Rusya’nın Kafkasya ve Orta Doğu’daki vekil unsurları yoluyla Türkiye’nin bu bölgelerdeki askeri varlık ve etkisini periyodik olarak test etmesi şaşırtıcı değildir. Türkiye’nin bu girişimler karşısında güçlü ve kararlı tutum sergilemesi ise Rusya’nın bu bölgelerdeki Türkiye’nin etkisini kabul etmekten başka gerçekçi opsiyonunun olmadığını göstermektedir. Her iki ülke açısından da bölgesel gerilimlerden kaynaklanan sorunları diplomasi yoluyla yönetmek, mevcut gerilimleri tırmandırmaktan çok daha caziptir.”

“Ankara ile Moskova arasındaki ilişkiler Türkiye’nin genel olarak batı ile özel olarak da ABD ile olan ilişkilerine etkisi açısından da büyük önem taşımaktadır.” diyen Prof. Dr. Oktay F. Tanrısever; “ABD, Türkiye’nin Rusya ile iş birliği yaptığı konuları S-400 hava savunma sistemlerinin alınmasını öne çıkararak eleştirmektedir. Türkiye’nin batı dünyası ve ABD ile ilişkilerindeki büyük resme bakıldığında ise gerek ABD gerekse diğer batılı ülkelerin güçlü bir NATO üyesi ülke olan Türkiye’yi birçok konuda iş birliği yapmak durumunda oldukları önemli bir ülke olarak gördükleri de anlaşılmaktadır. Türkiye de esasen batılı uluslararası sistemin daha güçlü bir üyesi olmaya çalışırken ve NATO çerçevesindeki iş birliklerine de büyük önem verirken; batı dışındaki Rusya dahil diğer ülkelerle kendi ulusal menfaatleri çerçevesinde mümkün olan alanlarda olabildiğince iş birliğine dayalı ilişkiler geliştirmeye devam etmek istemektedir. ABD ve Rusya ise aslında benzer şekilde Ankara’nın diğer ülke ile ilişkilerini bozmasını ve ihtiyaç duyabileceği destek karşılığında da kendi talepleri konusunda tek taraflı taviz vermesini istemektedirler. Oysa Türkiye ulusal menfaatleriyle ilgili konularda kendi diplomasi ve güvenlik önceliklerini esas alarak bir dış politika geliştirmeye çalıştığından, Washington ve Moskova’nın Türkiye’nin kendi çevresindeki bölgelerdeki ulusal hak, menfaat ve alakalarına saygı göstererek Ankara ile ikili ilişkilerini geliştirebilecek açılımlar yapmaları; Türkiye için olduğu kadar ABD ve Rusya için de gerek ikili ilişkiler gerekse küresel dengeler açısından daha olumlu sonuçlar verecektir. Sonuç olarak Türkiye-Rusya ilişkileri son zamanlarda çok inişli çıkışlı bir seyir izlediğinden bu durumun ikili ilişkilerin özellikle bölgesel rekabetler nedeniyle öngörülebilirliğini azalttığını belirtebiliriz. Özellikle medya kuruluşlarındaki bazı çevreler, iki ülke arasında ortaya çıkan sorunların Cumhurbaşkanları düzeyinde doğrudan görüşmeler yoluyla çözümlenmesini biraz da reyting beklentisiyle abartarak ikili ilişkilerin çok kırılgan olduğu ve çok kişisel ilişkilere bağlı kaldığı şeklinde değerlendirmektedir. Ancak Türkiye-Rusya ilişkileri esasen 2000’li yıllarda oluşturulan birçok ikili ve çok taraflı iş birliği mekanizmaları ile her iki başkent tarafından büyük bir titizlikle yürütülmektedir. Cumhurbaşkanları düzeyindeki üst düzey diplomasiye paralel olarak dış işleri ve askeri birimler arasındaki iletişim kanalları üzerinden gerçekleştirilen diplomasi yoluyla ikili ilişkilerin artan bölgesel sorunlara rağmen son yıllarda eski dönemlere göre daha öngörülebilir hâle geldiğini belirtebiliriz.” dedi.