Uzay teknolojilerinde eğilimler Uzay teknolojilerinde eğilimler

Uzay teknolojilerinde eğilimler

Uzay teknolojilerinde eğilimler

15/03/2023 15:00

ASELSAN’da AR-GE ve İş Geliştirme Müdürü Hacer Selamoğlu ASELSAN Dergi için yazdı: “Uzay Teknolojilerinde Eğilimler”
BU HABERİ
PAYLAŞ

Son yıllardaki yeni sensör teknolojileri, fonksiyonel malzemeler, yeni itki teknolojileri, yapay zekâ, ileri robotik teknolojileri, eklemeli imalat üretim yöntemi, verimli enerji depolama teknikleri, optik haberleşme gibi teknolojilerdeki gelişmeler, uzay alanında sadece artımsal teknolojilerde değil, yıkıcı ve ezber bozan teknolojilerde de inovasyon yaratmaya odaklanılacağının ipuçlarını vermeye başlamıştır.

GELECEĞİN OYUN BOZUCU UZAY TEKNOLOJİLERİ

Dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik 1’in yörüngeye oturtulmasının üzerinden altmış beş yıl, Apollo 11 ile Ay yüzeyine yapılan insanlı ilk uzay uçuşunun gerçekleşmesinin üzerinden ise elli üç yıl geçmiştir. Bu süre zarfında uzay sektörü sivil ve askeri amaçlı kullanılmıştır. Uzayın haberleşme, veri aktarımı, navigasyon ve görüntüleme amaçlı kullanımı için teknolojiler geliştirilmiştir. Uzay ortamının ağır operasyonel ve çevresel gereksinimleri, her türlü aracı ve görev yükünü uzaya taşımanın getirdiği zorluklar, ilgili teknolojilerin uzun sürelerde ve yüksek maliyetlerle geliştirilebilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum da uzay teknolojileri konusunda daha düşük risk içeren ve var olan teknolojiler üzerine göreceli olarak küçük eklemeler yapılarak devam edilen artımsal teknolojilere yönelmeyi zorunlu kılmıştır.

Son yıllardaki yeni sensör teknolojileri, fonksiyonel malzemeler, yeni itki teknolojileri, yapay zekâ, ileri robotik teknolojileri, eklemeli imalat üretim yöntemi, verimli enerji depolama teknikleri, optik haberleşme vb. teknolojilerindeki gelişmeler, bu döngüyü kırarak uzay alanında sadece artımsal teknolojilerde değil, yıkıcı ve ezber bozan teknolojilerde de inovasyon yaratmaya odaklanılacağının ipuçlarını vermeye başlamıştır.

Bu teknolojiler, uyduların yörüngede servis hizmetlerinin sağlanabilmesini, sistemlerin minyatürleşmesini ve ucuzlamasını, göreceli olarak daha az maliyetli sivil uzay uçuşlarını, paradigma değiştirici alçak yörünge küçük uydu takımlarının kullanımını, uzaydan çok büyük boyutlu bilgi toplanmasını sağlayacağı gibi çok daha uç nokta teknolojik araştırmalar için de cesaret vermektedir.

Derin uzay araştırmaları, Ay’dan ve asteroitlerden maden çıkarma, uzayda kolonizasyon, Mars atmosferinden solunabilir hava elde etme, uzaydan enerji hasadı ve uzay çöpünün değerlendirilmesi yeni uzay kavramı içerisinde gelişen ve dikkat çeken radikal çalışma alanlarından bazılarıdır. Bu teknolojiler, geleceğin şekillendirilmesinde oyun bozucu etki yaratma potansiyeli barındırmaktadır.

DERİN UZAY ARAŞTIRMALARI

Derin uzay araştırmaları, Dünya’yı, güneş sistemini, evreni anlamak ve daha sonra güneş sistemindeki diğer gök cisimlerini araştırmak, keşfetmek ve uygun olanlara yerleşmek için bir ilk adımdır. Bu ilk adımlar, insanoğlunun bilinmeyen uzaya gitmesini, geniş mesafelerin ve aşırı zor çevresel koşulların üstesinden gelmesini ve uzay teknolojisinde yeni bir sıçrama elde etmesini sağlayacaktır. Günümüzde, derin uzay araştırmaları şu altı ana yönde ilerlemektedir: Ay'ın keşfi, Mars'ın keşfi, asteroitlerin ve kuyruklu yıldızların keşfi, Güneş’in keşfi, Merkür ve Venüs'ün keşfi, dev gezegenlerin ve uydularının keşfi.

Bugüne kadar, derin uzay araştırma faaliyetlerini bağımsız veya iş birliği içinde yürüten ülkeler ve kuruluşlar arasında ağırlıklı olarak ABD, Rusya Federasyonu, Avrupa Uzay Ajansı (ESA), Japonya, Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan yer almaktadır. Bu ülkeler ve kuruluşlar yaklaşık iki yüz kırk bir derin uzay sondası fırlatmıştır. Şu anda güneş sistemindeki Ay, Mars, Venüs, Merkür, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, asteroitler ve kuyruklu yıldızlar gibi gök cisimleri araştırılmış ve Ay, Mars, Venüs, Titan'a, asteroitlere ve kuyruklu yıldızlara başarılı inişler yapılmıştır. Ayrıca Ay’dan ve asteroitlerden örnekler toplanmıştır.

Derin uzay keşif misyonları, geniş hedef aralığı, uzun uçuş mesafesi ve zaman gibi tipik özelliklere sahiptir. Bu sebeplerle, geleneksel Dünya yörüngesindeki veya Dünya’ya yakın uzay araçlarıyla karşılaştırıldığında, sondalar ve alt sistemler bazında çok farklı gereksinimlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gereksinimler de radikal teknolojiler ve yaklaşımlarla karşılanabilecektir.

Örneğin, derin uzay aracı yörünge tasarımı, çoklu gök cisimlerinin etkisi altında yörünge tasarım yönteminin dikkate alınmasını gerektirmekte ya da atmosferli gök cisimleri için aerobraking gibi yeni tasarım konseptleri ve yöntemleri gerektirebilmektedir.

Derin uzay sondasında gezegen yüzeyinde çalışan gezici otonom araçlarının (rover), özerk navigasyona sahip olması, bazı olası arızaları otonom olarak belirleyebilmesi, teşhis edebilmesi ve onarabilmesi veya yeniden oluşturabilmesini sağlayan teknolojilere sahip olması gerekmektedir.

Sondanın saniyede birkaç kilometre veya daha fazla ivme ile güçlü manevra kabiliyetine sahip olması gerekmektedir. Geleneksel kimyasal tahrikin özgül itici kuvvetinin sınırları, derin uzay araştırma görevlerinin güçlü manevra kabiliyeti taleplerini karşılamayı zorlaştırır. Bu da derin uzay sondasında, daha yüksek özgül itici kuvvet, daha uzun hizmet ömrü ve üstün performans sunan elektrik, güneş ve nükleer gibi tahrik teknolojilerini zorunlu kılmaktadır.

ASTEROİT MADENCİLİĞİ

Derin uzay araştırmalarının itici güçlerinden birisi de asteroit madenciliğidir. Asteroitler, meteorlardan daha büyük, gezegenlerden ise daha küçük olan güneş sistemindeki kaya oluşumlarıdır. Temel olarak karbonlu kondrit (C-tipi), taşlı (S tipi) ve metalik (M tipi) olmak üzere üç çeşit olan asteroitlerin en yaygın türü, asteroit kuşağının dış kısmında bulunan C-tipidir ve bunlar bilinen tüm asteroitlerin yaklaşık yüzde yetmiş beşini oluşturmaktadır. S-tipi asteroitler, bilinen tüm asteroitlerin yaklaşık yüzde on yedisini oluşturmakta ve esas olarak metalik nikel-demir ve magnezyum silikat karışımından meydana gelmektedir. Ayrıca yapılarında kobalt, altın, platin ve rodyum da barındırmaktadır. M-tipi asteroitler ise tipik olarak asteroit kuşağının ortasında bulunur. M-tiplerinin bileşimi tam olarak bilinmemekle birlikte, S-tipine kıyasla da çok daha fazla miktarda metal içerdiği, esas olarak nikel-demirden oluştukları ve ayrıca nikel, iridyum, paladyum, platin, altın, magnezyum, osmiyum, ruteryum ve rodyum benzeri metaller barındırdığı tahmin edilmektedir. Asteroitlerin bileşimindeki farklılıklar Güneş’e olan yakınlıklarıyla ilgilidir.

Asteroit madenciliği, Dünya’ya yakın asteroitlerdeki değerli mineral ve metallerin tespit edilmesi, yüzeylerinden ve çekirdeklerden çıkarılması, analizi, metallerin ayrıştırılması gibi işlemleri içerir. Tüm bu işlemler için, uzay araçlarıyla, asteroitlere gönderilecek üç boyutlu yazıcılara, madencilik robotlarına, spektrofotometriye ve termal modelleme cihazları ile delme, patlatma, kırma yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır.

Asteroit madenciliğinin, zorlu ve maliyetli olmasına rağmen, artmakta olan nüfusa karşılık dünyadaki değerli kaynakların azalması ve hatta tükenmekte olması, bu alana olan ilgi ve ihtiyacın artmasına sebep olmaktadır. Bu kapsamda NASA, 2016’da OSIRIS-REx isimli uzay aracını Bennu isimli asteroide göndermiştir. Bu aracın 2023’te topladığı numunelerle birlikte Dünya’ya ulaşması beklenmektedir.

ABD, 2015’te Amerikan şirketlerine Ay ve asteroitlerdeki kaynakları kullanma izni veren bir yasa çıkarmıştır. Şirketlerin araştırmalarına göre bu asteroitlerde, Dünya yüzeyinde bulunanlardan trilyonlarca kat daha fazla değerli maden bulunmaktadır. Örneğin, Dünya’da nadir bulunan elementlerden biri olan platin elementinin, asteroitlerde çok daha fazla rezerve sahip olması sebebiyle Ocak 2022'de AstroForge şirketi kurulmuştur. AstroForge, asteroitlerden platin madenciliği yapabilmek için halihazırda var olan ticari uzay teknolojisini kullanmayı planlamaktadır. Diğer bir örnek de İngiltere’de 2016 yılında kurulan ve ilk uzay madenciliği kuruluşu olan AMC şirketidir. 2022 yılında Tohoku Üniversitesi-Uzay Robotik Laboratuvarı (SRL) ile iş birliği yaparak Uzaya Uyumlu Robotik Asteroit Kaşifi (SCAR-E) projesi kapsamında, asteroitlerin içine gömülü malzemeleri çıkarmayı, işlemeyi ve kullanmayı hedeflemektedir.

Mars’ta bir üs kurarak madencilik yapmanın, Dünya’dan yürütülecek faaliyetlere kıyasla çok daha düşük maliyette gerçekleşeceği, Mars’ın ve özellikle de uydusu Phobos’un, uzay araçlarını fırlatmak ve nakliyat gerçekleştirmek için uygun bir yörüngeye sahip olması da yapılan bilimsel öngörüler arasında yer almaktadır.

UZAY KOLONİZASYONU

Derin uzay araştırmalarındaki motivasyon kaynaklarından bir diğeri de uzay kolonizasyonu veya uzayda kalıcı yerleşimin sağlanmasıdır. Uzay kolonizasyonu insanlığın gelecekte var olabilmesi bakımından en önemli şanslarından biri olarak kabul edilmektedir. Uzayda koloniler kurabilmek için en temelde su, yiyecek, atmosfer, yapı malzemeleri, enerji, ulaşım, haberleşme, yapay yer çekimi, radyasyon önleme ve yaşam destek sağlayacak teknolojiler üzerinde çalışılması gerekmektedir.

Bu kapsamda, uzay kolonizasyonunu mümkün kılabilecek şu teknolojilerin önem kazanacağı öngörülmektedir:

• Sadece ilk malzemeler ve sistemler Dünya’dan sağlanacağından şişirilebilir habitatların, geçiş sırasında ve koloni kurulurken kolonistleri barındırmak için kullanılması,

• Ek sistemlerin, tesislerin inşasının, gök cisminden türetilen malzemeler ve eklemeli imalat gibi teknikler kullanılarak gerçekleştirilmesi,

• Yörüngeleri Güneş’e yakın gök cisimleri için elektrik enerjisi sağlamak üzere dönüştürme verimliliği yüksek olan fotovoltaik teknolojiler,

• Güneş’ten daha uzak gök cisimleri için fotovoltaik teknolojiler yeterli enerjiyi sağlamayacağından nükleer enerji gibi başka enerji kaynakları,

• Kapalı devre olacak şekilde su ve atmosfer taleplerini karşılamak üzere önemli geri dönüşüm ve geri kazanım teknolojilerini içeren yaşam destek sistemi,

• Hava ve suyun geri dönüştürülmesi için çok verimli biyolojik teknolojileri içeren gıda üretim tesisleri ve bunların yaşam destek sistemine entegre edilmesi.

Uzay kolonizasyonu söz konusu olduğunda dünyalaştırma (terraforming) kavramı da ayrıca ön plana çıkmaktadır. Burada dünya harici bir gezegenin yeryüzündeki yaşam imkânlarına kavuşturulması ifade edilmektedir. Ancak bu kapsamdaki faaliyetlerden fayda elde etmenin çok uzun yıllar sonrasında, örneğin Mars için yüz bin yılda gerçekleşebileceği ön görülmektedir.

Ay’da uzun süreli insan kolonisini inşa etmek için başlatılan çok uluslu ARTEMİS Projesi de önümüzdeki yıllar boyunca gerçekleştirilecek görevler dikkate alındığında insanlık için çığır açacak gelişmelere sahne olacak bir program olarak görülmektedir.

“Tek bir gezegenle sınırlı kaldığı sürece insan ırkının uzun vadede varlığı risk altındadır. Er ya da geç, bir asteroid çarpması veya nükleer savaş gibi felaketler hepimizi yok edebilir. Ama uzaya yayılıp bağımsız koloniler kurduğumuzda geleceğimiz güvende olacak. Güneş sisteminde Dünya’ya benzer bir gezegen yok, bu yüzden başka bir yıldıza gitmemiz gerekecek.” Stephen Hawking

MARS ATMOSFERİNDE SOLUNABİLİR HAVA

Mars’ta koloni kurma hedefi ile yürütülen faaliyetler, NASA’nın en kritik misyonları arasında yer almaktadır. Kızıl Gezegen ve çevresindeki yaşamı, iklimi ve çevreyi keşfetmek görevlerinden sonra gelen dördüncü ve en kritik görev ise Mars’a insan göndererek yerinde deneyler yürütmektir. Bu amaçla Mars atmosferinden solunabilir hava elde etmek üzere çalışılmaktadır.

Mars atmosferi, yüzde 20,95 oranında oksijen içeren Dünya’dan farklı olarak içeriğinde yüzde 0,16 oranında oksijen muhteva etmektedir. Bu seviyenin yükseltilmesi için yapılan araştırmalar sonucunda katı oksit elektroliz hücresi teknolojisi ön plana çıkmaktadır.

Katı oksit elektroliz hücresi, hidrojen gazı (ve/veya karbon monoksit) ve oksijen üretmek için bir katı oksit veya seramik elektrolit kullanarak suyun (ve/ veya karbon dioksit) elektrolizini sağlamak için rejeneratif şekilde çalışmaktadır. Katı oksit elektroliz hücreleri, tipik olarak 500 ile 850°C arasında, yüksek sıcaklıkta elektrolizin gerçekleşmesine izin veren sıcaklıklarda çalışmaktadır. Yüksek sıcaklıkta gerçekleştirilen bir reaksiyonu ihtiva ediyor olması bu teknolojinin en önemli dezavantajını oluşturmaktadır.

NASA, MOXİE (The Mars Oxygen In-Situ Resource Utilization Experiment) adı verilen bir çalışma ile Mars’a gönderilen insanların görevleri boyunca soluyabileceği oksijeni üretme misyonu üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu teknoloji ile birlikte ayrıca Mars yüzeyinden dünyaya geri dönüş için ihtiyaç duyulacak sıvı oksijenin de üretilebileceği değerlendirilmektedir. MOXIE, 20 Nisan 2021'de Mars atmosferinde katı oksit elektrolizi kullanarak karbondioksitten oksijen üretmeyi başarmıştır. NASA yaklaşık bir araç aküsü boyutunda olan MOXIE ile saatte yaklaşık olarak 6-10 gr aralığında oksijen üretebildiğini açıklamıştır. Ancak bir insanın bir saatte ortalama 35 gr oksijen tükettiği göz önüne alındığında, bu miktar oldukça düşük seviyede kalmaktadır.

NASA MOXIE ile gerçekleştirdiği deneysel çalışmalardan olumlu sonuç elde etmesi durumunda, gelecekte yine katı oksit elektroliz hücre teknolojisini kullanarak daha büyük çapta (yüz kat daha büyük) bir sistem ile saatte 2 kg oksijen üretebilmeyi hedeflemektedir.

UZAYDAN ENERJİ HASADI VE UZAY ÇÖPÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ

Uzaydan enerji hasat etmek için tipik bir sistem; uzayda konuşlanmış istasyonlarda fotovoltaik enerji panellerinden elde edilen DC enerjinin mikrodalga veya lazer enerjisine çevrilmesi ile enerjinin kablosuz olarak yer istasyonlarına gönderilmesi sonrası yer istasyonlarında elektrik enerjisine dönüştürülmesi prensibine dayanmaktadır.

GEO yörüngeye yerleştirilecek olan bu enerji uydularının panellerine çok büyük aynalarla Güneş enerjisinin yansıtılması da sistemin parçası olarak görülmektedir. Enerji uydularının GEO yörüngeye yerleştirilmeleri sebebi olarak, uyduların tüm yıl boyunca güneş ışınlarından yararlanacak olması, bu yörüngede yeryüzüne göre beş kat daha fazla güneş enerjisine ulaşım kapasitesinin bulunması, bu yörüngenin periyodunun Dünya’nın kendi etrafında dönme hızına eşit olması nedeniyle Dünya üzerindeki yer istasyonuna kesintisiz olarak enerji gönderebilme kapasitesine sahip olması sayılabilir. Öte yandan Space Island Group tarafından 10 ila 24 MW arası bir sistemi dünyanın alçak yörüngesine kurmanın maliyetinin yaklaşık iki yüz milyon dolar civarında olduğu öngörülmektedir.

Bu maliyetin büyük kısmının fırlatma maliyetlerinden kaynaklandığı düşünüldüğünde, Dünya yörüngelerindeki uzay çöplüğünde bulunan dokuz bin ton civarında malzemenin yeniden kullanımı gündeme gelmektedir. Bu malzemelerin ayda kurulacak bir uzay üssüne yönlendirilip, orada üs inşaatında ve güneş enerjisini dünyaya yollayacak dev uydu gibi projelerde kullanımının mümkün olabileceği değerlendirilmektedir. Bunun için de büyük boyutlu nakliye sağlayacak teknolojiler ile uzay çöpünün yeniden kullanımı için sistemleri monte edip, üretecek robotik teknolojilerine ihtiyaç duyulmaktadır.

Enerjinin mikrodalga ya da lazerle Dünya’ya gönderilmesi esnasında insanlara zarar verilmesinden kaçınılması da dikkat edilmesi gereken konulardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Bunun için uyduların yer istasyonları ile çok hassas hizalanması probleminin çözülmesi gerekmektedir. Aksi durumlarda enerji istasyonları büyük hasarlar oluşturan silahlara dönüşebilecektir.

Uzay çöpünün geri dönüşümü için henüz erken olmakla birlikte kapasitesi küçük de olsa alçak yörüngeye yerleştirilebilecek enerji istasyonu çalışmalarına halen devam edilmektedir. Japan Aerospace Exploration Agency (JAXA) ve Mitsubishi önümüzdeki yirmi ila otuz sene içerisinde bu yönde çalışarak, 1 GW’a varan yatırım yapmayı planlamaktadır.

ABD, Çin, İngiltere ve Hindistan’da da bu konuda çalışmalara devam edilmektedir. ABD, Japonya ve Avrupa’da mikrodalga ve lazerle enerji transferi testleri başarıyla gerçekleştirilmiştir.

Uzay teknolojileri, gelişim sürecinde dönemsel olarak kendini gösteren oldukça farklı unsurlardan etkilenmektedir. Radikal ve oyun bozucu uzay programlarının ülkelerin uzun vadeli gündemlerinde yer almasını, yapay zekâ, makine öğrenmesi ve blok zinciri gibi sayısal teknolojiler, eklemeli imalat gibi üretim teknolojileri, otonom sistemler ve ileri robotik teknolojileri gibi yenilikçi teknolojiler sağlamakta ve bir temel hazırlamaktadır.

Bir diğer unsur olarak savunma ve güvenlik, diğer tüm teknoloji alanlarında olduğu gibi uzay ve uydu teknolojilerine de yön veren ana unsurlardan biri olmayı sürdürmektedir. Savunma ve güvenlik kaygıları, hem uzayda sahip olunan sivil, ticari her türlü kapasiteyi korumak hem de askeri açıdan bu ortamı kullanarak doğrudan avantaj sağlamak gerekçeleriyle uzay teknolojilerinin hangi yöne doğru evrileceği ve hangi yeni uygulama alanlarında kendine yer bulacağı konusunda hiç kuşkusuz ana belirleyici faktör olmaya aday durumdadır.

Savunma, uzay faaliyetleri için her zaman itici güçlerden biri olsa da artan ölçüde uzayın askerileşmesi ve uzayın silahlandırılması noktasında yeni tür tehditler ve egemenlik gösterimine sahne olmaktan kaçınamamaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti 2007 yılında, kendi uydusu Fengyun 1C’de kinetik bir imha yöntemi kullanarak karşı uydu (antisatellite-ASAT) uygulamasını denemiştir. Daha yakın zamanlarda, 2020’de Hindistan, bir alçak yer yörünge (Low Earth Orbit-LEO) uydusunu hedef alan benzer bir test gerçekleştirmiştir.

Şimdiye kadar, yalnızca birkaç ülke (ABD, Rusya, Çin ve Hindistan) yabancı bir uzay aracını potansiyel olarak etkisiz hale getirme yeteneğini göstermiş olmakla birlikte, diğer ülkelerin, bu tür senaryoların gerçekleşmesini önlemek ve karşı saldırı yöntemlerini geliştirmek için bu yeteneği elde etmeleri beklenmektedir. Bu durum, uzay egemenliğini ve gözetimini sağlamak için özel savunma birimlerinin teşkil edilmesi sonucunu da doğurmaktadır. ABD Uzay Kuvvetleri ve Fransız Uzay Komutanlığının teşkili ile NATO’nun uzayı resmi olarak yeni harekât alanı olarak tanımlaması bu konuda kaydedilen en dikkate değer ve uzay teknolojilerine yönelik eğilimleri derinden etkileyecek gelişmeler arasında gösterilmektedir.

Kurumsal aktörlerin; ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve uzay ortamının sürdürülebilirliği gibi yaklaşan zorluklarla yüzleşmek için uzay politikalarının tanımlanması, güncellenmesi ve uygulanmasında öncü bir rol üstlenmeleri uzay teknolojilerine yönelik eğilimleri belirleyecektir. Bu duruma en güzel örneği yeşil ekonomiye yönelik birkaç büyük uzay programının yenilenmesinin, uzay tabanlı uygulamalar ve hizmetler için yeni fırsatlar yaratması gösterilebilir.

Uzay programları için ülkelerin harcamaları COVID-19 pandemisine rağmen yüzde 10,7 artışla 92 milyar ABD doları seviyesine ulaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri 2021 yılında yaklaşık 54,6 milyar ABD doları harcayarak, dünyanın en fazla uzay harcaması yapan ülkesi konumundadır. Çin ise uzay programlarına yaklaşık 10,3 milyar ABD doları harcayarak ikinciliğe yerleşmiştir. Üçüncülüğü ise 3,95 milyar ABD doları uzay harcaması ile Fransa almıştır.

Çin’in dört yüz km yükseklikte alçak Dünya yörüngesinde kalıcı uzay istasyonu kurmak için faaliyetleri devam etmektedir. Tiangong uzay istasyonu, yaşam destek sistemleri ve yaşam alanlarının yer alacağı aynı zamanda çeşitli araştırmaların yürütüleceği büyük bir laboratuvar olarak tasarlanmıştır. Atmosferde gezinen asteroidlerden örnekler toplanarak bu uzay istasyonunda 2025 yılında incelemelerin başlaması hedeflenmiştir. Çin’in 2030 yılında Ay’a ayak basma hedefinin yanı sıra 2040 yılında nükleer enerjili uzay araçları ile uzaya seyahat etme hedefi yer almaktadır.

Birçok ülke uzaya erişim ve uzayda bulunmak için önemli çalışmalar yapmaktadır. Gelecek yirmi yılda sivil alandaki gelişmelerin uzayda domine edeceği öngörülmektedir. Küçük takım uyduların büyük ölçekte kullanımı uzayın kullanımını kolaylaştıracak ve artıracak, özellikle uzay tabanlı verinin kullanımına yönelik teknolojiler ön planda olacaktır. Tüm bu gelişmeler, önemli hukuki ve etik düzenlemeler konusunda çalışma gerekliliğini zorunlu kılacaktır. Yapılan tüm teknoloji eğilim analizleri ve teknoloji öngörüleri kapsamında uzun vadeli uzay teknolojilerinin getireceği yıkıcı ve oyun değiştirici etkileri bugün itibarıyla tam olarak tahmin edebilmek hayal sınırlarını bile aşmaktadır.