Biyoteknolojinin Militarizmi: Biyodefans Biyoteknolojinin Militarizmi: Biyodefans

Biyoteknolojinin Militarizmi: Biyodefans

Biyoteknolojinin Militarizmi: Biyodefans

19/01/2021 15:42

Bilim kurgu kategorisinden gerçeklik sahasına giriş yapan biyoteknoloji ile ilgili çalışmalar savunma sanayiinde son yıllarda artış gösterdi
BU HABERİ
PAYLAŞ

Teknopark İstanbul tarafından 3 ayda bir yayımlanan "Target" dergisinin 9. sayısında, biyoteknolojinin savunma sanayiindeki yeri ile ilgili bir yazıya yer veriliyor.

Target dergisinin 9. sayısına, mobil uygulamamızın dergi bölümünden ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz.

Dergide yer alan “Biyoteknolojinin Militarizmi: Biyodefans” başlıklı yazıyı, takipçilerimize sunuyoruz:

BİYOTEKNOLOJİNİN MİLİTARİZMİ: BİYODEFANS

Bilim kurgu kategorisinden gerçeklik sahasına giriş yapan biyoteknoloji, savunma sanayii için yenilikçi ve ilerici bir perspektif sunuyor. Hakimiyet savaşının belirlenmesinde ciddi bir eşik oluşturan bu yeni teknoloji sadece askerlerin değil, devletlerin de güçlerinde yeni dengeler oluşmasını sağlayacak.

Bugün aşılmaz cilt, gama ışınlarına dayanıklılık, daha güçlü olmak sadece çizgi dünyanın gerçekliği olsa da yarın geldiğinde renklendirilmiş sayfaların dışına çıkacak. Örneğin bilim insanları yakın zamanda daha hafif, daha esnek, daha güçlü vücut zırhları oluşturmak için örümcek ipeğinin mükemmelliğini kullanarak, yeni nesil bir çelik üretmenin yollarını keşfetti. Yine “su ayıları” lakaplı mikroskobik canlılar kullanılarak, DNA onarımı kapasitesinin artırılmasını sağlayacak; hatta DNA’nın hasar görmesini önleyerek askerlerin radyasyona maruz kalmasını engelleyecek bir koruma yöntemi de bulundu.

20. yüzyılın sonu, maddenin atom düzeyinde manipülasyon sürecini gördü ve bir miktar başarı elde etti. Bu gelişmeler, bir zamanlar bilim kurgu olarak düşünülen şeyin hızla bilim gerçeğine dönüştüğünü gösterdi. Hemen hemen aynı zaman diliminde bir teknoloji daha gücünü göstermeye başladı: Nanoteknolojinin ikiz kardeşi biyoteknoloji. Bugün, her iki teknoloji de gelecek için hızla varlığını güçlendiriyor.

Biyolojiye dayalı teknolojik inovasyonu tanımlamak için kullanılan geniş bir terim olan biyoteknoloji, yeni tür askeri sistem ve ekipmanı geliştirmek için giderek daha çevik ve önemli bir platform haline geliyor. Saha ve savaş alanında askerlerin hayatta kalma kabiliyetini artırmak için yeni ve ileri fırsatlar sunduğundan da başta Çin, Rusya ve ABD olmak üzere pek çok ülke tarafından önemli bir yatırım alanına dönüşmüş durumda.

Biyoteknoloji, bugünkü bakış açısıyla, canlı bir şeyi klonlamak veya genetik olarak özdeş kopyalarını yapmak ve yeni, kendi kendini üreten yaşam formları oluşturmak için bir organizmanın DNA’sından genlerin ilgisiz türlerinin genomuna eklenmesi, genlerin rekombinasyonu gibi faaliyetleri içeriyor.

Biyosilahların kalitesini ve miktarını iyileştirmek için biyoteknolojiyi kullanmaya yönelik çabalar da artıyor. Biyosilahlar, rutin güvenlik sistemleri tarafından tespit edilememesi, erişim kolaylığı, düşük üretim maliyeti ve kolay ulaşım nedeniyle oldukça çekiciler. Genetik olarak manipüle edilmiş çok çeşitli organizma ve bunların yan ürünleri, ek bir avantaja sahip. Çünkü genetik olarak manipüle edilmiş biyolojikler yalnızca biyolojik silahların mevcut özelliklerini vurgulamakla kalmıyor, aynı zamanda hedefe özel yapılabiliyor. Biyoteknoloji, tedbirli bir şekilde kullanılırsa, bu tür biyolojik tehditlere karşı önemli bir rol oynayabilir. Çok çeşitli hastalıkları nötralize etmek ve/veya ortadan kaldırmak için güçlü antibiyotikler, antiserum toksoidler ve aşılar içeren biyocephane ve biyolojik savaş ajanlarının hızlı tespiti, tanımlanması ve nötralizasyonu için biyosensörler üretilerek önemli savunma yöntemleri elde edilebilir.

BİYOTEKNOLOJİNİN İYİ KÖTÜ DENGESİ NASIL OLACAK?

Son yıllarda askeri bilimsel alanda yaşanan gelişmelere rağmen, henüz bu yeni teknoloji sahası ulusal düzeylerde stratejik bir rehberlik sunmuş değil. Diğer yandan beraberinde getirdiği tartışmalar ve endişeler ise bu bilimsel teknolojik alanın ortaya koyacaklarından çok daha fazla konuşuluyor. Biyoteknoloji ve onun bir dalı olan sentetik biyolojiyi geliştirmeye yönelik koordineli planların eksikliği ve başkaları tarafından kötüye kullanılma durumu, bu platformun hararetli başlıklarından. “War on the Rocks”ta iki sene önce yayınlanan “Sentetik Biyoloji: Yeni İkili Kullanım Teknolojisinin Vaat ve Tehlikesi” başlıklı makalede, haklı olarak sentetik biyoteknolojinin yeteneklerinin çoğalması riski hakkında stratejik düşünmenin gerekliliğine işaret ediliyor. Bu noktada özel sektör ile savunma sanayiinin karar mercileri arasında sağlanacak yüksek oranlı koordinasyon, bu hızla gelişen bilim alanının yalnızca güvenlik risklerini azaltması için değil; aynı zamanda sahadaki/savaş alanındaki askerlere de daha fazla fayda sağlaması için atılacak önemli adımlardan biri. Diğer yandan biyolojik inovasyon ve savunma alanı için ortaya çıkan biyoteknolojileri tam olarak kullanmak için çevik iş modellerinin ve insan sermayesinin yetersizliği de bir başka sorun.

Bu nispeten yeni alan için stratejiler, politikalar ve iş gücü dar bir mercek aralığında olsa da ve kötüye kullanımını engellemeye yönelik bir yol haritası henüz mevcut olmasa da bu bilimden askeri anlamda beklenen, askerlerin hayat şartlarını ve sağlıklarını koruma altına alması. Bir örnek vermek gerekirse, insan mikrobiyomu, sindirim siteminde bulunan ve sindirim sağlığının yanı sıra ruh sağlığını da etkileyen doğal bakterilerden oluşuyor. Mikrobiyomu dengelemeye yönelik popüler arayışlar, bugün eczanelerde yaygın olarak görülen çok çeşitli probiyotik ürünlerde somutlaşmış durumda. Ancak askerler için sindirim sıkıntısı, yurt dışındaki konuşlandırmalar sırasında gerçek bir sorun demek ve onları savaşın, mücadelenin dışına itebilir. Sentetik biyoloji ise sindirim problemini çözmeyi vadeden insan bağırsağı mikrobiyomuna özel bir mühendislik sunuyor. Elbette aynı sistem, insanlara zarar vermek için de tercih edilebilir. Bu da bu alanın tartışılan tarafı. Dolayısıyla, savunma liderlerinin teknolojilerden yararlanmak için kapsamlı bir strateji ve tehditlere karşı yaklaşımlar üretmeleri gerekiyor.

Nükleer, biyolojik ve kimyasal teknolojilerin ikili (askeri ve ticari) kullanımı konusundaki tartışma yeni değil. Nükleer fizik, enerji üretimini ve sağlık bilimlerini kanıtlanabilir bir şekilde iyileştirirken, nükleer silahlar devletlerin askeri yeteneklerini geliştirdi ve çoğu durumda ticari nükleer teknolojilerle iç içe olan nükleer silahların yayılmasına yol açtı. 10 yıllar boyunca, kimyasal ve biyolojik bilimlerdeki ilerlemelerin, biyomühendislik ürünü virüslerin ve yeni kimyasal silahların geliştirilmesine yol açacağına dair endişeler vardı. Kaldı ki, yeni tip koronavirüsün laboratuvar ortamında geliştirildiği teorileri/ düşünceleri hâlâ tazeliğini koruyor. Diğer yandan endüstri, halka yeni ev ürünler ve daha geniş bir lüks hizmet yelpazesi sunmak için aynı teknik gelişmeleri kullandı. Çift kullanımlı teknolojiler arasında yönlendirilmiş enerji, ticari drone’lar ve siber sistemler de yer alıyor. Buradan bakıldığında, bu teknolojilerin ticari yönü, ülkelerin sistemleri güvenlik çıkarlarına karşı kullanmalarını önlüyor ya da dengeliyor.

Ticari gücün belirleyici olmasının yanında, henüz tam olarak nasıl geliştirilmesi gerektiğini bilmeseler de biyoteknoloji alanında çalışmalar ve yatırımlar yapan ulusal devletler; “biyoteknoloji ile ilgili güvenlik endişeleri nelerdir, bu tehditler ne kadar kısa sürede ortaya çıkabilir ve bu endişeleri hafifletmek için seçenekler nelerdir” sorularını kapsamlı şekilde sormaya başladılar. Bu soruları değerlendirmek; bilinen patojenik virüsleri yeniden oluşturmak, mevcut bakterileri daha tehlikeli hale getirmek ve yerinde sentez yoluyla (insan vücudunda) biyokimyasallar yapmak gibi en yüksek endişeleri belirlemek için bir çerçeve sunuyor.

HAKİMİYET SAVAŞINDA ÖNCELİK BİYOTEKNOLOJİ

ABD, askerlerini daha iyi desteklemek adına uzun bir süredir biyoteknolojiye ve alt segmentlerine yatırımlar yapıyor. ABD, bu disiplini gıdalardan ilaçlara, askeri giyimden yakıta ve sentetik dokulara kadar pek çok alanda kullanmak için çalışmalar gerçekleştiriyor. Ülkenin Araştırma ve Mühendislik Müsteşarlığı Biyoteknoloji Müdür Yardımcısı Michelle Rozo, geçtiğimiz senelerde katıldığı “Materyal ve Savunma için Biyoteknoloji sempozyumunda, “Ürünlerin ve yeteneklerin kilidini açabilen aynı temel yetkinlikler, askeri sistemleri ve görev alanlarını dönüştürme potansiyeline sahiptir. Biyoteknoloji, savaşın seyrini değiştirecek ve savunmaya birden fazla alanda baskın yetenekler sağlayacak yıkıcı bir teknoloji” diyerek biyoteknolojinin ABD için önemine ve bu alandaki çalışmalara hız verilmesi gerektiğine dikkat çekmişti.

Amerika’nın biyoteknoloji alanındaki en cesaret verici yatırımlarından biri, beş sene önce başlattığı “Askeri Ortamlar için Sentetik Biyoloji Araştırma Programı”. Bu program kapsamında tüm (ordu, deniz ve hava kuvvetleri komutanlığı) hizmet laboratuvarları, yeni biyo tabanlı malzemeler ve sensörler geliştirmeyi ve sentetik biyolojideki yenilikler yoluyla savaş uçağı performansındaki ilerlemeleri kontrol etmeyi amaçlıyor. Program aynı zamanda askeri bilim adamlarını akademiye ve sentetik biyoloji şirketlerine yerleştirerek biyoteknoloji uzmanlıklarını artırmalarını da sağlıyor. Girişim şimdiye kadar yakıtlar, malzemeler ve sensörler için tasarlanabilecek yeni organizmaları belirlemede önemli başarılar elde etti. ABD’nin yeni ve daha ileri seviye biyoteknoloji geliştirme ihtiyacının arkasındaki temel sebeplerden biri de ezeli rakibi Rusya ile son yıllarda pek çok alanda mücadele verdiği Çin’in bu teknolojik bilim alanındaki hızlı ilerleyişi.

ABD, biyoteknolojiyi, gelişmiş rakipleri Çin ve Rusya ile güç rekabeti noktasında bir modernizasyon önceliği olarak tanımlıyor ve bu tanımı 2018 Ulusal Savunma Stratejisi’nde de açık bir şekilde belirtti.

ABD ordusu, bilim ve teknoloji alanındaki üstünlüğünü yıllar boyunca sürdürdü. Bununla birlikte, yeni teknolojiler daha erişilebilir hale geldikçe, Pentagon yönetimi, rakiplerin Amerikan güçlerine meydan okuyabileceği veya kendilerini geçebileceği kaygısı duymaya başladı. Her ne kadar emekleme aşamasında olsa da sentetik biyoloji ya da genetik olarak biyoloji mühendisliği yeteneği giderek daha erişilebilir bir teknolojik alan oluyor. Daha genel bir ifade ile biyoteknolojinin demokratikleşmesi, tüm ülkelerin teknolojik olarak eşit seviyede bulunmasını veyahut küresel üstünlük elde edilmesini sağlayacak. ABD’yi de asıl korkutan bu. Bugün en ciddi rakiplerinden biri haline gelen Çin, yalnızca biyoteknoloji yeteneklerine büyük yatırımlar yapmakla kalmıyor, aynı zamanda hem askeri hem de ticari ortamlarda kullanacak şekilde özel stratejilere sahip. Çin de ABD gibi ulusal askeri füzyon stratejisinde biyoteknolojiyi öncelik olarak vurguluyor.

NANObiz Teknoloji Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hüseyin Avni Öktem : "Biyoteknolojinin Savunma Sanayiindeki Rolü Artmaktadır"

NANObiz Teknoloji firması olarak, “nanobiyoteknoloji” alanında hizmet verdiklerini ve daha ziyade biyolojik algılama ve tanı teknolojilerine odaklandıklarını ifade eden Prof. Dr. Hüseyin Avni Öktem, KBRN konseptinde biyolojik ajanların tespit ve teşhisinde kullanılan moleküler tanı kitleri ve bu kitlerin kullanılabileceği cihazlar geliştirdiklerini söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Bu alan oldukça geniş olup tıp, veterinerlik, gıda, çevre ve savunma sanayii gibi sektörlerde uygulama alanı bulmaktadır. Firma olarak KBRN alanı başta olmak üzere, tıp, veterinerlik ve gıda sektörüne yönelik Ar-Ge çalışmalarımız ve ürünlerimiz bulunmaktadır. Son olarak COVID-19 için moleküler tanı kitleri ve bu kitlerin kullanılabileceği cihazlar geliştirilmiş olup Sağlık Bakanlığı onayları alınarak kullanım aşamasına gelmiştir. Görülebileceği gibi savunma sanayiinde yürütülen biyoteknolojik projeler, çift kullanım özelliğine sahip olup, hızlı bir şekilde farklı sektörlerde kullanılabilecek ürünlere dönüştürülebilmektedir” diyor.

COVID-19 sürecinde biyoteknolojinin stratejik önemini daha da artırdığını dile getiren Prof. Dr. Öktem, “Test geliştirme, tanı, tedavi ve aşı geliştirme alanındaki faaliyetlerin tamamı biyoteknoloji sektörü ile direkt olarak ilişkilidir" diyerek, bu alanlarda yapılacak yatırım ve çalışmaların savunma sanayii ve ülke güvenliği açısından kritik önem taşıdığını kaydediyor. Öktem, “Özellikle sentetik biyoloji gibi alanlarda gözlenen gelişmeler, anayurt güvenliği açısından yeni riskler ortaya koymakta olup, bu risklerin kontrol edilebilmesi ve karşı tedbirlerin alınabilmesi açısından biyoteknolojik araştırmalar büyük önem taşımaktadır” diyerek bu önemin altını çiziyor. Son dönemde savunma sanayii alanında Ar-Ge kaynaklarında artışlar yaşandığını ifade eden Öktem, şöyle devam ediyor: “Sektördeki beşeri sermayemiz ve altyapımız belirli bir seviyeye ulaştı ve daha da iyileştirilmesi gerekmektedir. Özellikle özel sektörde ÜR-GE ve üretim konularında nitelikli insan gücü konusunda gelişmeye ihtiyaç var. Özel sektörün konuya ilgisinin artırılması önem arz etmektedir.”