Atom bombası bile yapacağız Atom bombası bile yapacağız

Atom bombası bile yapacağız

Atom bombası bile yapacağız

02/02/2021 10:25

Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra Türk basınında milli savunma sanayii yazı dizisi 5. bölüm
BU HABERİ
PAYLAŞ

Türk milleti barışçı bir millettir. Bu yalnız elli yıllık Türkiye Cumhuriyeti için değil, bütün Türk tarihi için de ilim ve insaf planında daima ispat edilebilecek olan bir hükümdür. Türkler bütün tarih boyunca içeride huzuru, dışarıda huzuru aramış ve yeryüzüne barış ve adaleti götürmek ve yaymak hizmeti ile kendilerini vazifeli görmüşlerdir. Türk fert, millet ve devlet telakkisinin, Türk dünya görüşünün temeli nizam fikridir. Yurtta nizam, cihanda nizam… Eski Türkler ve Türk hükümdarları uzun zaman hatta bunu ilahi bir vazife saymışlar, kendilerinin cihana nizam götürmeye Allah tarafından memur edildikleri düşüncesiyle hareket etmişlerdir. Nizamin neticesi ise barıştır. Dolayısıyla yurtta nizam cihanda nizam fikri, yurtta sulh cihanda sulh fikrini doğurmuştur.

Bu sebeple dün olduğu gibi bugün de Türkiye barışa esas değeri vermekte ve huzura giden her teşebbüsü daima yürekten ve hatta biraz da saflığa varan bir samimiyetle desteklemektedir. İkinci Dünya Harbi’nden sonra ortaya çıkan cihanşümul gerginliği ve milletlerarası huzursuzluğu giderme çarelerinin de Türkiye en halisane destekçisi olmuştur. Birlikte yaşama formülüne, yumuşama prensibine, bunların sahte yaldız taşıyan taraflarını herkesten iyi bilecek tecrübeye sahip olduğu halde, Türkiye daima iyi niyetle sarılmış, silahsızlanma gayretlerini büyük bir arzu ile takip etmiştir.

Fakat bu barışçı tabiatına rağmen, Türkiye öyle tarihi şartlardan gelmekte ve öyle bir jeopolitiğe oturmuş bulunmaktadır ki hiç şüphesiz silahı elinden en son bırakacak bir ülke durumundadır. Türkiye bu gerçeği unutmaya asla mezun değildir. Atatürk de bu sebepledir ki: “Büyük Türk ordusuna diyorum ki: Bunca uyutucu, bunca avutucu, bunca göz kamaştırıcı görünüşlere gözlerimizi aldırmaksızın silahlarımızı sıkı tutalım.” direktifini vermiştir.

Türk milleti ok ve çomak, kılıç ve kalkan devrinden, barut ve tüfek devrine kadar silahını kendisi yaptığı zaman daima en kuvvetli olmuştur. Milletimizin tarihin son devrindeki gerilemesi önce silahların gerilemesi olarak başlamıştır. Bu sebeple yine Atatürk'ün şu sözleri derin bir geçeceğin ifadesidir: “Biz Türkler yüz sene evveline kadar her şeyi kendi çekicimizle kendi örsümüz üzerinde vücuda getirir, kendi çarşımızda kendi elimizde satardık.  İşte bunun için büyük bir millettik.”

Türkiye bugün tekrar büyük millet olmaya, büyük devlet olmaya dünden daha fazla mecburdur. Etrafın büyüklüklerle ve büyük güçlerle dolduğu bir devirde Türkiye'nin küçük ölçüler içinde hareket eden bir cemiyet olması onun ayakaltında kalması demektir. Geleceğin büyük Türkiye’si yalnız Türkiye’nin saadet hedefi değil aynı zamanda beka çaresi, var olma şartıdır. Yarının büyük Türkiye tablosunun hiç bir unsurundan vazgeçemeyiz. Bu tabloda milli harp sanayii de yalnız fişek ve tüfeği ile değil topu ile tankı ile uçağı ile elektronik vasıtalar ile gemisi ile ve hatta atom bombası ile müstesna ve mutena yerini alacaktır. Milli Harp Sanayii seminerinde tespit edilen mühim bir gerçek de harp sanayiinin ve böyle şümullü bir harp sanayiinin Türkiye için vazgeçilmez bir dava olduğudur.

Seminerde tespit edilen başka bir gerçek de Türkiye'de harp sanayiinin kurulmasının değil geliştirilmesinin bahis konusu olduğudur. Türkiye'de sağlam bir başlangıç mevcuttur.

Harp sanayinin temelleri daha Osmanlılar zamanında atılmıştır. Fakat son devirdeki gelişme tatminkâr olmadığı için bugün yeni hamlelere ihtiyaç vardır. Yoksa Türkiye bugün en karmaşık harp vasıtalarının imaline bile her sahada çok yaklaşmıştır.

Bazı fedakârlık ve atılımlarla çoğu silahımızı kendimiz yapabiliriz. Harp gemisi yapımı çok ilerlemiştir. Uçak fabrikaları ilk ve küçük imalâta başlayabilirler. Ordunun ağır bakım tesisleri bir ikmal, tamir ve montaj sanayiinden imalat sanayiine geçecek merhaleye ulaşmıştır. Elektronik sanayii kurmamak için hiç bir ağır sebep yoktur. Tank yapımına bile yaklaşılmıştır. Hülâsa bugün harp sanayimiz diğer sanayi kollarında ulaşılan merhalenin gerisinde değil, bazı noktalarda belki ilerisindedir.

Ayrıca mili harp sanayiine karşı ordunun alakası çözüm noktasına gelecek kadar olgunlaşmıştır. Milli harp sanayii seminerinde tespit edilen bir gerçek de bu olmuştur. Ordu milli harp sanayiinin gelişmesi için idareyi ve imkânları mütemadiyen zorlamaktadır. Bu müspet ısrar kurulan vakıflarla millet sinesine de intikal ettirilmiştir. Seminerde kuvvet komutanları ve orgeneraller seviyesine kadar sayısız generaller ve komutanlardan oluşan asker kanadının mesele karşısındaki vekârlı derin ilgisi son derece ümit verici idi.

Ancak seminerde tespit olunan bir gerçek de milli harp sanayiinin umumi ekonomiden ve sanayiden, aynı zamanda memleketin umumi yapısından tecrit edilemeyeceği idi. Askerler bu işte yalnız bırakılamazdı. Milli harp sanayii rejimi de milli kültürü de bütün iktisadi yapıyı da içine alan topyekûn bir kalkınmanın ayrılık kabul etmez bir parçası ve neticesi idi. Öte yandan mücerret bir harp sanayii fabrikası ve imalâtı da düşünülemezdi. Yan sanayi tesisleri ile her harp sanayii ana fabrikası bütün sanayinin içine dal budak atmak mecburiyetinde idi. Asıl başta askeri otorite ve tesis bulunacak, fakat yan kollar hem devlet ve hem hususi teşebbüs olmak üzere sivil sahaya da kayacaktır.

Kaldı ki gelişmenin hızlandırılmasını engelleyen bir kırtasiyecilik resmi sahada askerleri de bizar edecek bir durumda idi. Harp sanayiini bu ayak bağlarından kurtarmak için ona iktisat ilminin ve sivil sanayiciliğin dinamizmini getirmek bir zaruretti. Dolayısıyla askeri otorite sivil sahanın yardımını, kumandayı elden bırakmamak şartı ile sağlamak zorunda idi. Özel sektör ve sivillere tamamıyla kapalı bir devlet sektörü halinde tutmak harp sanayiimize faydalı olmazdı.

Seminerde tespit edilen başka bir gerçek de akılcı, ilimci ve gerçekçi olmak zarureti idi. Ve ordu da bu yoldaydı. Bu metot içinde kalarak ve pürüzleri aşarak harp sanayinde gelişmeleri cesaretle hızlandırabilirdik. Şartlar müsaitti.

Türkiye'nin bugünkü ekonomik yapısı böyle bir harp sanayii kuruluşuna elverişli idi. Teknolojik seviye yeterli hale gelmişti. Bütün mesele rasyonel ve verimli bir organizasyona gitmekti. Yalnız bu sahada da bütün işlerde olduğu gibi büyük bir engel, ağır bir menfi unsur vardı ki o da sosyal, kültürel ve siyasi yapıdaki sıhhatsizlikti. Harp sanayii de demokratik rejim içinde kalkınmanın, milli kültür içinde kalkınmanın, huzur ve emniyet içinde kalkınmanın şartlarına muhtaçtı.

Hülâsa bugün milli harp sanayiine giden yol da yine siyasi istikrardan, mili birlik ve bütünlükten geçmektedir. Bunu temin etmedikçe milli harp sanayiini de geliştiremeyiz. Esasen o zaman milli harp sanayiine de bu yoldaki gayretlere de lüzum yoktur.

Muharrem Ergin

Ortadoğu, 6 Şubat 1975