ABD-Çin gerilimi artacak mı? ABD-Çin gerilimi artacak mı?

ABD-Çin gerilimi artacak mı?

ABD-Çin gerilimi artacak mı?

23/11/2022 12:04

Son dönemde başta Tayvan konusunda olmak üzere ABD ve Çin arasında baş gösteren gerginlikler artma eğilimi gösteriyor
BU HABERİ
PAYLAŞ

Ankara Sanayi Odası’nın yayın organı ASOMEDYA’nın Temmuz-Ağustos sayısında ABD ile Çin arasındaki gerginlikler alınıyor:

 

ABD-ÇİN GERİLİMİ ARTACAK MI? TARİHSEL UYURGEZERLİK KAPIDA MI?

 

Çin ve ABD, birbirinden tamamen zıt iki kültür, iki ekonomik model. ABD tarafı yeni ekonomik düzlemde liberal ekonomi ekseninde işgücünün kabuk değiştirmesini önemsiyor. Paydaş kapitalizmi başlığı altında topladığı tüm eylemlerinin önceliğinde öncelikle küresel işgücünde toplu bir kabuk değişiminin gerektiğine inanıyor. Bu değişim elbette ki küresel ekonomide yeni bir ivmelenme yaratması bakımından önemli fakat geçmişten beri süregelen kötü alışkanlıkların devam edeceğe dair emareler ise vicdanlı teknolojiler üreten bir ekosistem kurma hayalinin sadece bir ütopya olarak kalmaya devam edeceğini ne yazık ki gösteriyor. Bu alışkanlığı basitçe tanımlamak gerekirse, şartlar ne olursa olsun dünyanın geri kalanı ABD vatandaşlarına çalışmak zorunda. Dolayısıyla küresel ekonomiye daha önce görülmemiş bir şekilde derinlik katacak dijitalleşme, yapay zeka, metaverse ve blokchain teknolojilerinin merkezi sadece ABD olmalı. Bu merkezde ise toplumun bütün paydaşları kazanacak. Yanız buradaki paydaşlığı evrensel anlamda düşünmek sadece iyimserlik olur. Buradaki paydaşlık ABD ve müttefiklerinin dahil olduğu bir refah düzlemine işaret ediyor. İşte size basit ifadelerle, ABD’nin yeni ekonomik modelinin özeti.

TEKNOLOJİDE RAKİP OLDULAR

Gelelim Çin’deki ekonomi politiğin vücut bulmuş özetine. Bu ülke ise merkezine yine sosyalizmi oturtmuş durumda. Fakat ülkenin yoğun nüfusu dolayısıyla yoksulluk sorunu halen devam ediyor. Yıllandır süregelen büyümeler bile yoksulluğu henüz bitirebilmiş değil. Yoksulluk sorununa ilginç bir şekilde yaklaşan Çin yönetimi ise geçmişteki içe kapanma anlayışı yerine ülkedeki komünist rejimin tam manasıyla yerleşebilmesi adına şimdilik kapitalizmin nimetlerinden faydalanıyor. Buna en iyi örnek Çin’de her geçen yıl sayısı artan milyarder iş insanı ve girişim sayısı.

Normal bir döngüde halkın eşitliğini savunan Çin Komünist Partisi, böylesi bir sınıfsal ayrışmaya izin vermez ancak sosyalizmin tüm değerlerinin ülkede yerleşik bir şekilde oturabilmesi için öncelikle liberal ekonomide kalıcı bir yer edinmek gerektiği fikri ülkedeki politika yapıcılarının başlıca tutunduğu argümanlar arasında yer alıyor. Ayrıca ABD’nin yeni teknolojiler karşısındaki başlıca rakibi olan Çin ise dünyanın geri kalanında ABD kadar Çin’in de var olduğunu göstermek istiyor. Dolayısıyla iki ülke özellikle yapay zeka teknolojileri konusunda aslına bakılırsa büyük bir çekişme içinde. Çünkü önümüzdeki çeyrek asırlık dönemde küresel ekonomiye yön verecek devletleri yapay zeka bakımından ayrışmış ülkeler oluşturacak.

FARKLILIKLARI YÖNETMEDE İKİ ÜLKE DE BAŞARISIZ KALDI

Şimdi gelelim iki ülke arasındaki gerilimin dünyanın geri kalanı için ne anlama geldiğine. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var, derin ikili farklılıkları yönetmede son zamanlarda yaşanan başarısızlıklar, Çin-Amerika ilişkilerini tehlikeli yeni bir bölgeye götürme riski taşıyor. Süper güç rekabeti yoğunlaştıkça, iklim değişikliği ve pandemi hazırlığı gibi konularla mücadelede daha önceki etkili iş birliği umutları ise ne yazık ki geçmişte olduğu üzere tarihin tozlu raflarında yer almaya devam edecek. Son olarak Tayvan üzerinde olası bir savaş korkusu ise var olan gerilimin artık su yüzüne çıkması anlamı taşıyor.

Meselenin özü üzerinden hareket edecek olursak, ABD-Çin ilişkisi onlarca yılın en düşük noktasına artık tamamen gelmiş bulunuyor. İki ülke arasında, son dönemde başta Tayvan olmak üzere bir dizi konuda gerginlikler arttı. Bununla beraber iki güç arasındaki rekabet, keskin çıkar ve değer farklılıklarının tahakkukunu yansıtıyor. Çin’in gücü ve emelleri büyüdükçe, ikili rekabet genişledi ve şimdi güvenlik, ideoloji, ticaret ve teknolojiyi de kapsıyor. Ayrıca, her iki ülke de diğerinin hayati çıkarlarına tehdit oluşturduğu sonucuna vardı. Çin, ABD’yi yükselişini kontrol altına almak ve ulusal canlanmanın “Çin Rüyasını” gerçekleştirmesini engellemek için aktif olarak çalışıyor ola rak görüyor. ABD, Çin’in uluslararası düzeni kabul edilemez şekillerde yeniden şekillendirmeye çalıştığını düşünüyor.

GEÇMİŞTEKİ KISITLAMALAR BİTİNCE REKABET TAVAN YAPTI

ABD-Çin rekabetini yöneten geçmişteki kısıtlamalar ve mekanizmalar zayıfladı veya ortadan kalktı. Onlarca yıldır ilişkide balast olarak hizmet eden ABD işletmeleri, şimdi daha yakın bağları destekleme konusunda daha sessiz ve Çin ekonomik politikaları ve uygulamalarına daha eleştirel yaklaşıyor. Hem ABD’de hem de Çin’de diğer ülkeye yönelik kamuoyu kesinlikle olumsuza döndü.

Sorunların yönetilmesine ve çözülmesine yardımcı olan ikili diyalog ağı ise maalesef ki ortadan kalktı. Geçmişte rekabetin itici güçlerini dengeleyen Kuzey Kore, küresel sağlık ve çevre gibi ortak zorluklar üzerinde ABD-Çin iş birliği, en iyi ihtimalle beklemede ve en kötü ihtimalle feshedilmiş durumda. Ek olarak, her iki ülkedeki iç politika, ilişkiye zarar verecek şekilde daha belirgin hale geldi. Elbette burada şu ayrımı hatırlatmakta fayda var. Ne Çin ne de ABD askeri bir çatışma istemiyor. Biden ve Xi, önümüzdeki yıllarda kendi iç sorunlarına odaklanmayı umuyor. Bununla birlikte, bir kriz ve istenmeyen bir tırmanış riski gerçek ve artıyor. Her iki ülkenin de karayolu ve otokorkuluk kurallarını uygulamaya koyacak stratejik bir kararının yokluğunda, ilişki aşağı doğru sarmaya devam edebilir ve potansiyel olarak her ikisinin de kaçınmaya çalıştığı çatışmayla ABD-Çin ilişkilerinin tamamen bozulmasının ve doğrudan bir askeri çatışmanın tetikleyicisi şimdilik Tayvan olarak karşımızda duruyor. Diğer ikili gerilim kaynakları, feci bir çarpışmaya neden olma potansiyeline sahip değil. Mevcut yörünge ise endişe verici. Geçmişte Amerika ve Çin, Tayvan Boğazı’nda istikrarın korunmasında ortak çıkarlara sahipti. Şimdi Tayvan sorunu, her biri diğerini varoluşsal bir tehdit olarak gören iki büyük güç arasında bir ulusal irade sınavına dönüştü.

ÜÇ OLASI TEHLİKE VAR

Hatırlanacağı üzere ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin son Tayvan ziyaretinin yarattığı tehlikeli ivme gerilimin tırmanmasını sağlamıştı. İşte bu gerilimi yavaşlatmak için her iki ülkenin politika yapıcılarının dar bir pencereden olaylara bakmasını sağlayacak adımları atması gerekiyor. Örneğin Çin tansiyonu kesmeye son verirse ve ABD, Çin’in Tayvan’ı korkutmasına ölçülü bir şekilde yanıt verirse kalıcı bir ön adım atılmış olabilir. Buna ilave ABD ve Çinli politika yapıcılar daha sonra, daha kötü bir krizi önlemek için şimdi iş birliği yapmalarının daha iyi olacağına karar verirse, o zaman “biraz umut var” diyebiliriz. Ancak bu pencere kapanırsa, tam bir kırılma için üç olası yol var.

Evet ABD ve Çin arasındaki bağların tamamıyla kopması halinde 3 olası yoldan farklı bir ifadeyle söyleyecek olursak tehlikeden söz etmek mümkün. Birincisi, hızlandırılmış ekonomik ayrışma. Bu süreç, en son Tayvan krizinden çok önce başlamıştı, ancak her iki taraf da yeni önlemler alırsa hızlanabilir. Ekonomik olarak birbirinden ayrılmış iki rakip, birbirleriyle nasıl yüzleşeceklerini seçme konusunda daha az kısıtlanmış olur. İkinci tehlike, diplomatik ilişkilerin bozulmasıdır. Kongre, Tayvan’ı ABD’yi “NATO olmayan bir müttefik” yapacak olan Tayvan Politikası Yasası gibi yasaları kabul ederse, Çin buna ABD ile diplomatik ilişkilerinin derecesini düşürerek yanıt verebilir. Üçüncü yol, askeri bir çatışmaya yol açar. Çin, kararlılığını göstermek için Tayvan’a karşı gri bölge baskısını tırmandırırsa ve ABD şiddetle karşılık verirse, başka bir Küba Füze Krizi ortaya çıkacaktır. Böyle bir senaryo, Tayvan’a kışkırtılmamış bir Çin saldırısından çok daha olasıdır.

UYGUN BAHANE VERİLDİ Mİ?

Şimdi bazı olası senaryoları da ele almakta yarar var. Nancy Pelosi’nin Tayvan’a yaptığı son ziyaretin ortalığı yatıştığında, Çin’in silahlı kuvvet kullanımı konusundaki stratejik kararlılığı artmış olacak. Çünkü Çin’e adanın ilk büyük ölçekli ablukasını etkili bir şekilde yürütmek için uygun bir bahane verildi. Dolayısıyla Çin zorladığı deniz ve hava trafiğine bu provokasyon sayesinde ziyadesiyle memnun kaldı. Ayrıca Çin, Tayvan’ın son derece ele geçirilebilir açık deniz adalarına yönelik bir saldırıyı simüle etti ve bir askeri müdahaleye yol açmadan, iyi bir önlem için Japonya’nın münhasır ekonomik bölgesine (EEZ) beş füze fırlattı. İşin garip olan tarafı, Rahatsız edici bir şekilde, Çin’in Tayvan’a karşı fiili bir askeri operasyon başlatma konusundaki özgüveni, kısıtlamalarını azaltarak artırıldı.

ÇİN’İN “TEK ÇİN, TEK TAYVAN” POLİTİKASI RAHATSIZ EDİYOR

Çin için temel sorun şu ki ABD artık politikasını ‘Tek Çin’den ‘Tek Çin, Tek Tayvan’a kaydırmaya kararlı görünüyor. Bu kesin bir sonuç değil ancak Çin’in ulaştığı ve askeri olarak tepki vermeye hazır olduğuna dair açık sinyalini açıklayan sonuç. Tayvan üzerindeki savaş riskleri arttıkça Çin, Çin-Amerika ilişkisinin güvenlikte ‘istikrar’ mekanizmasını tam da en çok ihtiyaç duyulduğu anda tek taraflı olarak iptal etti. Ordudan askere dört ayrı kanal kaldırıldı, diğer altı kanal (iklim iş birliği dahil) süresiz olarak askıya alındı. ABD-Çin ilişkisinin aşağı yönlü sarmalını durdurmak açısından şimdi etkin bir şekilde başa dönüldü.

Bu arada, önemli siyasi olaylar yaklaşıyor. ABD’de, ara sınav ve başkanlık seçim kampanyaları, adayları şahinlik konusunda birbirlerine üstünlük sağlamaya sevk edecek. Tayvan, kendi başına Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidiyor. Ayrıca Çin’de Xi, zayıflayan bir ekonomiye başkanlık eden güçlü bir lider olarak iktidarda üçüncü bir dönem geçirmek için 20. Parti Kongresi’ne girecek ve giderek milliyetçi dış politikayı daha da olası hale getirecek. Zorluk, bazılarımızın “ kaçınılabilir bir savaş “ olduğunu iddia ettiği şeye, bizi sınırına yaklaştırmadan hazırlanmak olacak.

TARİH, UYURGEZERLİĞE KARŞI DİKKATLİ OLMAYI HATIRLATIYOR

Tespitlerimizin sonuç kısmına gelecek olursak, politika yapıcılar Çin’de milliyetçiliğin yükselişine ve ABD’deki popülist milliyetçiliğe karşı tetikte olmalı. Tarihçi Christopher Clark, ‘Uyurgezerler’ adlı kitabında 1914’teki Avrupa’yı tanımlamıştı. Gelecek hâlâ açıktı, ancak Avusturya yeni başlayan Sırbistan milliyetçiliğinden bıkmıştı ve Alman Kayzer, Avusturya müttefikini destekleyerek, yükselen Rusya’yı caydırmaya karar vermişti. Geçmişteki bu örneği ABD-Çin eksinindeki politikalar ile örtüştürecek olursak, ABD, Çin’in güç kullanımını caydırmayı ve Çin’in dönek bir eyalet olarak gördüğü Tayvan’ın yasal belirsizliğini korumayı umuyor. Yıllardır ABD politikası, hem Tayvan’ı hukuken bağımsızlığını ilan etmekten, hem de Çin’i adaya karşı güç kullanmaktan caydırmayı amaçladı. Bazı analistler şu anda çifte caydırıcılık politikasının modası geçmiş olduğunu savunuyor ancak diğerleri Tayvan’a doğrudan bir ABD garantisi veya devam eden üst düzey ziyaretler akışının milliyetçi bir Çin’i harekete geçirmesinden korkuyor.

Çin tam ölçekli bir işgalden kaçınsa ve sadece abluka uygulayarak veya açık denizdeki bir adayı ele geçirerek Tayvan’ı zorlamaya çalışsa bile, bir gemi veya uçak çarpışması önemli can kaybına yol açarsa tüm bu olasılıklar ne yazık ki geçersiz kalacak. ABD’nin Çin’in varlıkları dondurarak veya Çin ile Ticaret Yasasını başlatarak tepki verirse, iki ülke metaforik bir soğuk veya hatta sıcak savaştan ziyade oldukça hızlı bir şekilde gerçek bir savaşa kayabilir. Tarihin insanlığa verdiği en önemli ders işte tam da bu noktada başlıyor. Uyurgezerliğe karşı dikkatli olmak hem süper güçlerin arasındaki güveni tesis eder, hem de gelişmekte olan ekonomilerin artık nefes almasını sağlar.

TAYVAN’IN TARİHÇESİ

Tayvan’daki ilk yerleşimciler bugün Çin’in güneyinde kalan bölgeden geldikleri sanılan Avustronezyan kabilesi halklarıydı.

Çin kayıtlarına göre, Tayvan adalarından ilk kez Çin imparatorunun bölgenin keşfi için bir ekip göndermesinin ardından MS 239 yılında bahsediliyor. Pekin, bu bilgiyi Tayvan’ın kendi topraklarının bir parçası olduğu iddiasını desteklemek için kullanıyor. 1624-1661 yıllarında Hollanda sömürgesi olan Tayvan, 1683’den 1895’e kadar Çin’in Qing hanedanı tarafından yönetildi.

17’inci yüzyıldan itibaren Çin’den çok sayıda göçmen Tayvan’a akın etmeye başladı. Bunların çoğu Fujian’dan gelen Hoklo Çinleri ya da Guangdong’dan gelen Hakka Çinleri idi. Bugün 166 adadan oluşan Tayvan’da yaşayanların büyük bölümünü bu iki grubun sonraki nesilleri oluşturuyor. 1895 yılında tarihteki ilk Japonya-Çin savaşını Japonya’nın kazanmasının ardından, Qing hanedanı Tayvan’ı Japonya’ya bırakmak zorunda kaldı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya yenilgiye uğrayınca bölgenin kontrolünden feragat etti. Savaşın galip taraflarından Çin Cumhuriyeti, ABD ve İngiltere’nin de onayıyla Tayvan’ın yönetimini devraldı. Ancak sonraki yıllarda Çin’de iç savaş çıktı ve Çan Kay Şek’in birlikleri Mao Zedong’un komünist askerlerine yenik düştü.

Çan Kay Şek ve lideri olduğu Komintang hükümetinin yaklaşık 1.5 milyon destekçisi, 1949 yılında Tayvan’a iltica etti. Bu grup, nüfusun yalnızca yüzde 14’ünü oluşturmalarına karşın Tayvan siyasetinin yıllarca belirleyicisi oldu.

Çan Kay Şek, Tayvan’da sürgünde bir hükümet kurdu ve 25 yıl boyunca başında kaldı. Çan Kay Şek’in oğlu Çan Çing Kuo iktidara gelince, otoriter yönetime karşı çıkan yerel halkın direnişiyle karşılaştı ve ülkede daha fazla demokratikleşmenin yolunu açtı.

Tayvan’da “demokrasinin babası” olarak bilinen Cumhurbaşkanı Lee Teng Hui anayasada değişikler yapılmasını sağladı ve 2000 yılında Çen Şui Bian ada ülkesinin Komintang üyesi olmayan ilk Cumhurbaşkanı oldu.

TAYVAN’IN İLK KADIN CUMHURBAŞKANI

2016 yılındaki seçimlerde ise Tayvan’ın bağımsızlığını isteyen Demokratik İlerici Parti’nin mevcut lideri Tsai Ing Wen ülkenin cumhurbaşkanı olarak seçildi. 2018’de Pekin yönetimi, internet sitelerinde Tayvan’ı Çin’in bir parçası olarak tanımlamayan Tayvanlı şirketlerin Çin’de iş yapmalarını engelleyeceği tehdidinde bulundu.

Tsai 2020 yılında 8.2 milyonluk rekor bir oyla ikinci kez Cumhurbaşkanlığına seçildi. Tsai’ya verilen bu destek Tayvan halkının Pekin’e bir meydan okuması olarak görüldü. Bu arada Hong Kong’da aylardır isyan olayları devam ediyor, Pekin yönetiminin artan etkisine karşı protestolar düzenleniyordu. Tayvanlılar Hong Kong’daki olayları yakından takip ediyordu. Aynı yıl Çin, Hong Kong’da ulusal güvenlik yasasını yürürlüğe soktu. Bu da Çin’in geri adım atmaya niyeti olmadığı şeklinde yorumlandı.

ÇİN-TAYVAN İLİŞKİLERİ…

Tayvan’ın 1980’lerde anakara Çin’e yapılan ziyaretler ve yatırım önündeki engelleri hafifletmesiyle Pekin-Taipei ilişkileri de düzelmeye başladı. 1991’de Çin Halk Cumhuriyeti’yle savaş halinin son bulduğu ilan edildi. Çin “Tek ülke, iki sistem” olarak adlandırılan seçeneği masaya sundu ve Tayvan’ın Çin yönetimine bağlanması halinde büyük oranda özerk olmasına izin vereceğini belirtti. Bu sistem 1997 yılında Hong Kong’un da Çin yönetimine bağlanmasının önünü açtı. Ancak Tayvan bu öneriyi reddetti ve bunun üzerine Pekin Tayvan’ın Çin Cumhuriyeti’nin gayr-i meşru olduğunu öne sürdü. Buna karşın Çin ve Tayvanlı yetkililer arasında sınırlı da olsa resmi olmayan temaslar devam etti.

2000 yılında açıkça “bağımsızlık” yanlısı olan Demokratik İlerici Parti’nin lideri Çen Şui Bian’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi Pekin’i alarm durumuna geçirdi. Çen’in yeniden iktidara seçildiği 2004 yılından bir yıl sonra, Çin hükümeti yeni bir yasa çıkardı. Buna göre, Tayvan’ın Çin’den ayrılmaya kalkması durumunda Çin’in Tayvan’a karşı “barışçıl olmayan yöntemler” kullanma hakkı olacaktı.

2008 seçimlerinde iktidarı devralan Komintang’dan Ma Ying Jeou, ekonomik anlaşmalar üzerinden iki ülke ilişkilerini düzeltmeye çalıştı.

PEKİN İLE EKONOMİK İLİŞKİLER

Pekin ve Taipei hükümetleri arasındaki siyasi ilişkiler sorunlu olsa da ekonomik ilişkiler yıllar içerisinde ilerleme kaydetti.

1991 ile Mayıs 2021’e dek geçen sürede, Tayvan’ın Çin’deki yatırımları 193.5 milyar dolara ulaştı. Bu nedenle bazı Tayvanlılar ekonomilerinin artık Çin’e bağımlı olduğunu düşünmeye başladı.

Diğerleri ise Çin’le ekonomik ve ticari ilişkilerin gelişmesinin Çin’den gelecek olası bir askeri harekatı önleyeceğini savundu.

Pekin ile tartışmalı bir ticaret anlaşmasının imzalanması üzerine 2014 yılında “Ayçiçeği Hareketi” olarak bilinen protestolar başladı. Öğrenciler ve aktivistler, Çin’in Tayvan üzerindeki etkisinin arttığını söyleyerek Tayvan Parlamentosu”nu işgal etti.

Halen iktidarda olan Demokratik İlerici Parti resmen Tayvan’ın bağımsızlığını destekliyor. Komintang ise bir vadede Çin’le birleşilmesinden yana. Yapılan son kamuoyu yoklamaları, birçok Tayvanlının hükümetin “ulusal bağımsızlığı koruma” yönündeki yaklaşımını desteklediğini gösteriyor.

Ancak Tayvanlıların çoğu daha orta yolcu bir tutumdan yana.

Haziran 2022’de yapılan bir ankete göre, bir an önce bağımsızlık ilan edilmesini destekleyen Tayvanlıların oranı yalnızca yüzde 5.2. Çin’le mümkün olan en kısa zamanda birleşilmesini isteyenlerin oranı ise yüzde 1.3 seviyesinde. Kalanlar ise statükonun bir şekilde devamını istiyor.